19 Şubat 2019 Salı


PATRİARŞİNİN HEGEMONYASI: OIDIPUS KOMPLEKSİ


Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’un teorisindeki en radikal ve keskin fikirlerden biridir Oidipus kompleksi. İsterseniz önce bu kompleksin isminin nereden geldiğini inceleyelim.
Sophokles (MÖ 495-406) Yunan tragedyasının en önemli yazarlarından biridir. Kral Oidipus eseri ise Yunan tragedyasının en güçlü örneklerinden biri sayılır. Hikâye şöyle başlar: Labkados’un oğlu Laios, Thebai’de kraldır. Karısı İokaste bir çocuk doğurur. Tanrı Apollon ise kahinler aracılığı ile çocuğun babasını öldürüp annesi ile evlendikten sonra şehrin kralı olacağını bildirir. Bunun üzerine kral ile karısı çocuktan kurtulmak için çocuğun ayaklarını bağlatıp Kithairon dağına attırırlar. Bir çoban çocuğu bulur, bir aile çocuğu sahiplenir ve aile bulduklarında ayakları bağlar yüzünden şişmiş olan bu çocuğa Oidipus adını verirler. Bir gün bir tartışma esnasında Oidipus’a ‘’uydurma evlat’’ diye hakaret edilince Oidipus’ un içine bir şüphe düşer ve kâhine gider. Kâhin ona kimin oğlu olduğunu söylemez ancak babasını öldürüp annesi ile evleneceğini söyler. Neyse biz sözü uzatmayalım en sonunda Oidipus yazgısına yenik düşer ve kâhinin söyledikleri olur (Sophokles, Ç.N.,2018)

Şimdi tekrar Freud’a dönelim Freud kişiliğin gelişimini psikoseksüel gelişim dönemleri olarak adlandırdığımız bölümlere ayırır. Bu bölümler sırası ile oral, anal, fallik, gizil ve genital dönemlerdir. Oidipus mitinden esinlenilen dönem ise psikoseksüel gelişimin en önemli dönemi olan ve yaklaşık 3-6 yaş arasına denk gelen Fallik dönemdir. Bu dönemde haz bölgesi cinsel organlardır (Burger,2016) Çocuk Fallik Dönem’de karşı cins ebeveyne yakınlık duyar ve aynı cins ebeveyni kendisine rakip olarak görür. Bu dönemde özellikle erkek çocuk aynı cinsten ebeveyne karşı bir korku da geliştirir psikanalitik teoriye göre bunun sebebi ise çocuğun aynı cins ebeveyninin çocuktaki bu ilgiyi fark ettiğini ya da edeceğini düşünmesidir. Freud bu Oidipus kompleksini şu cümle ile destekler: ‘’ Kendimi anneme aşık ve onu babamdan kıskanıyor buldum’’. Bu dönemin sonucunda ise çocuk aynı cins ebeveyn ile özdeşleşerek kompleksin üstesinden gelebilmektedir (Schultz ve Schultz,2007). Yeri gelmişken söylemekte fayda var Freud kız çocukları için uyarlanan ‘’Elektra Karmaşası’’ terimini reddetmektedir bu daha sonra kurama eklenmiştir (Donovan,2013)

Şimdi gelelim bu dönemin o radikal kavramına. Erkek çocuk anneye karşı olan arzularını babasının öğrenmesinden korkup babasının penisini keseceğini yani kastrasyona uğrayacağını düşünür. Buna psikanalitik terminolojide iğdiş edilme (kastrasyon, hadım edilme) kompleksi adı verilir. Eğer erkek çocuk bu dönemde kız kardeşinin cinsel organını görürse, kız kardeşinin hadım edildiğini yani korktuğu şeyin kız kardeşinin başına geldiğini düşünür. Kız çocuklar ise erkek cinsel organını gördüğünde ‘’penis kıskançlığı’’ yaşarlar (Burger,2016). Freud bu kastrasyon durumunun ilk örneğinin anal dönemde dışkıdan sevilen biri adına feragat edildiğinde yani kendi bedeninden bir parça ile feragat edildiğinde ortaya çıktığını düşünmektedir (Freud,2016).

Fallik dönemde Freud’un yapısal kuramında id-ego-süperego üçlüsünden süperego gelişme göstermektedir. Süperego diğer adı ile üstbenlik, toplumun, bilhassa anne babaların değer yargıları ve standartlarını temsil etmektedir (Burger,2016). Süperego ile kişi birtakım ahlaki eylemlerden kaçınır bunu bir iç ses gibi düşünebiliriz (Erikson,2014) Süperegonun otoriter olduğunu söyleyebiliriz. Socius ve süperegonun bütünleşik bir censor vitae’dir (yaşamın yargılayıcısı) aslında. Süperego bilinçdışında bir duruşma salonu kurar ve hep yargıçtır.

Freud süperegoya ‘’saf bir ölüm içgüdüsü kültürü’’şeklinde bir tanım getirmektedir (Zupancic,2018) Bunu her şekilde kendine dönen bir kültür olarak düşünebiliriz çünkü hakikat yok olmaktır.

Süperego oldukça dar kafalıdır, bu iç sesin kelime dağarcığı oldukça sınırlıdır ve aynı şeyleri tekrar eder. Bir futbol hakemi gibi de her zaman haklıdır (Phillips,2017) Süperegoyu temellendiren şey ise anna-babayı içselleştirme yoluyla şekillenen ahkali yaşamdır (Tüzünoğlu,2004).

Lacan, Deleuze&Guattari, Sloterdijk ve Odipal Karmaşa
Lacan’a göre Oidipusa giren çocuğun arzusu anneyle bütünleşmek, onda eksik olan şeyin yerini almak, onun arzusunun nesnesi olmaktır. Çünkü Lacan’da arzu, ötekinin arzusunu arzulamaktır. Kastrasyon korkusu Lacan için sadece imgesel bir boyutta bir ‘’penis kesme’’ tehditi değildir; ‘’Fallus’’ olmaktan yani her iki cins için de Öteki’nin arzusunun nesnesi olmaktan yoksun olmaktır. Kastrasyon da cinsel kimlik sorunsalı olarak karşımıza çıkar. Lacan’ın terminolojisinde Odipal duruma geçiş simgesel kültürel düzene geçişle aynı anlamı taşır. Artık kültür kodları devreye girmektir. Bu şekilde baktığımızda dil ve onun getirdiği söylem kültür yasası oluşturur ama kültür yasası bir ‘’Babanın Yasası’’dır. Aslında gerçek bir babaya da ihtiyaç yoktur simgesel bir baba işlevi, bir ‘’babanın adı’’ yeterlidir. Lacan’da önemli olan Oidipussuz kültürün mümkün olmadığıdır çünkü kültür kendi taşıyıcı faillerini Oidipus yoluyla aktarır, kültürel düzenin simgesel bir karmaşa olan Oidipus Karmaşası’dır. Bunun sonucunda birey toplumsal bir üye haline dönüşür (Tüzünoğlu,2004)

Görüldüğü gibi Lacan’da Oidipus Karmaşası ile beraber ‘’Patriarşinin İlk Hegemonyası’’ da çocuğa nüfuz eder. Kültür kodlar taşır, Patriarşiye dayalı kültürlerde simgesel kodlar sembolik formlarda hep bir baba formuna sahiptir, bunu Bourdieu terminolojisi ile düşünürsek sembolik şiddet olarak da nitelendirebiliriz.

Deleuze ve Guattari’ye göre ise Oidipus mitinin psikanalizdeki işlevi paradoksal bir şekilde kanun ve düzeni tesis etmektir, çünkü çocuk babaya, ataya karşı gelir onu ortadan kaldırmak ister, patriarşik hegemonyada düzen devir daim etmeli, karşı gelen bastırılmalıdır. Deleuze ve Guattari için Odipal Karmaşa anne-baba-ben üçgeninde bu üçgendeki farklılaşma çizgilerini ve onları betimleyen dışlayıcı alternatifleri izlemediği takdirde ben’in (çocuğun) , farklılaşmamışın karanlık gecesine düşeceğini söyler. Diğer yorumlardan farklı olarak Deleuze ve Guattari, oğlu ödipalleştiren kişi paranoyak baba olduğunu öne sürmektedirler. Suç, oğul tarafından deneyimlenen içsel bir his olmadan önce baba tarafından yansıtılmış bir fikirdir. Psikanalizin ilk hatası da, olaylar çocukla birlikte başlamış gibi yola koyulmasıdır (Deleuze ve Guattari,2017).

Deleuze ve Guattari’nin dediği gibi kanun ve düzen tesisi patriarşinin hegemonyası için temel parametrelerden biridir. Böyle bir kültürde ‘’bilge adam’’ bir ‘’ak sakallı dede’’ gibi hep haklı çıkar. Tıpkı Kral Oidipus’ta kâhinin haklı çıktığı gibi. Patriarkal bir yönetimin kodları da mikroiktidarlar vasıtasıyla atanın hep haklı çıktığı mitini nöronlara kadar ilmek ilmek işler. Bu anlam yaratan dilde ontolojik bir yapı kazanır ve baskın kültürel söylem oluşur.

Alman Filozof Sloterdijk anne ve oğul çiftleşmesinin erotik bir sapkınlıktan çok daha fazlasını içerdiğini söyler. Bu ontolojik bir kudrete sahip uygunsuz bir evliliği simgeler (Sophokles’in yapıtına atıf yapıyor), özneyi hayatın konumsal düzeninden çekip çıkardığı için delilik, pişmanlık ve yoldan çıkmışlığı beraberinde getirir. Sloterdijk Freud’un Oidipus mitini yanlış yorumladığını düşünür ona göre bu mit kâhinin her zaman haklı olduğunu ispat etmek için kurulmuş bir dolaptır. Yunan rasyonellik kültürünün arifesinde yazgının karanlık haşmetini tekrar eski haline getirmek için bir karşı aydınlanma hilesidir. Eğer bir Oidipus Kompleksi varsa bile bu, çaresiz çocuğun hain babası tarafından öldürülmekten duyduğu endişenin sonucudur (Sloterdijk,2018).
Oidipus Kompleksi ile ilgili daha nice yazı, derleme ve fikir vardır muhakkak. Umarım ara yorumlarda düşüncelerimi sizlere iletebilmişimdir, bilimle kalın…

Ötekinin sembolik formları bilinçdışının putlarıdır. Uğur Yiğit Karataş

Kaynaklar ve İleri Okuma
·         Burger, J.M. (2016) Kişilik. İnan Deniz Erguvan Sarıoğlu (Çev.) İstanbul: Kaknüs

·         Deleuze, G., Guattari, F. (2017) Anti-Ödipus Kapitalizm ve Şizofreni 1. Fahrettin Ege, Hakan Erdoğan, Mustafa Yiğitalp (Çev.) Ankara: Bilim ve Sosyalizm.

·         Donovan, J. (2013) Feminist Teori. Aksu Bora, Meltem Ağduk Gevrek, Fevziye Sayılan (Çev.) İstanbul: İletişim

·         Erikson, E.H. (2014) İnsanın 8 Evresi. Gonca Akkaya (Çev.) İstanbul: Okuyanus


·         Freud, S. (2016) Bir Çocukluk Nevrozu Hikayesi. Dilman Muradoğlu (Çev.) İstanbul: Say


·         Phillips, A. (2017) Yasak Olmayan Hazlar. Saliha Nilüfer (Çev.) İstanbul: Metis


·         Schultz, D.P., Schultz, S.E. (2007) Modern Psikoloji Tarihi. Yasemin Aslay (Çev.) İstanbul: Kaknüs

·         Sophokles (2018) Kral Oidipus. Bedrettin Tuncel (Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

·         Sloterdijk, P. (2018) Yeniçağın Kötü Çocukları. Şeyda Öztürk (Çev.) İstanbul: Edebi Şeyler


·         Tüzünoğlu, M. (2004). Lacan’da anne ve oğul’un baba ve oğul’a dönüşmesi.


·         Zupancic, A. (2018) Cinsellik Nedir? Barış Engin Aksoy (Çev.) İstanbul: Metis

12 Eylül 2018 Çarşamba

ÖN YARGI ALGORİTMASINI YARATIYOR: YAPAY ZEKANIN GELECEĞİ


yapay zeka ile ilgili görsel sonucu
Bir çoğumuz meşhur Terminatör film serisini izlemiş ya da duymuşuzdur. Terminatör filminde Skynet adlı bir AI (Artifical Intelligence, Yapay Zeka) programı insanlığa karşı bir savaş açar (1). Bu hep dile getirdiğimiz, komplo teorisyenlerinin oldukça sevdiği bir tahmindir. Bu yazımızda bu komplo teorilerini bir kenara bırakıp yapay zekanın nasıl ön yargılı bir tutuma sahip olabileceğine bazı araştırmalar üzerinden değineceğiz.

dil geliÅŸtiren robotlar ile ilgili görsel sonucuGeçen yıl özellikle fütüristleri çok ilgilendiren bir gelişme oldu. Facebook AI Research (FAIR) tarafından üretilen iki robot kendi aralarında bir dil geliştirdiler. Bu dilin laboratuvar çalışanlarınca anlaşılmaması üzerine robotların fişleri çekildi. Çok değil 5 yıl önce birisi çıkıp robotlar kendi aralarında bir dil geliştirecekler ve biz bunu anlayamayacağız deseydi bu çok gülünç gelmez miydi? Ancak bugün şunu biliyoruz enformasyon işleyebilen her sistem nihayetinde bilinç\zeka\yaratıcılık oluşturacaktır. Facebook laboratuvarlarında meydana gelen bu olay bize bunu bir kez daha göstermektedir. Uzmanlar bu robotların kendi aralarında konuştukları dili çözdüler, robotların konuşması şu şekildeydi:

Bob: Ben her şeyi yapabilirim. . . . . . . . . . . . . .
Alice: Topların sıfırına sahibim bana bana bana bana bana bana bana
Bob: Sen ben diğer her şey. . . . . . . . . . . . . .
Alice: Toplar topa sahip bana bana bana bana bana bana bana
Bob: ben ben yapabilirim ben ben her şeyi . . . . . . . . . . . . .
Alice: Toplar topa sahip bana bana bana bana bana bana bana
Bob: Ben. . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Alice: Topların sıfırına sahibim bana bana bana bana bana bana bana
Bob: Sen ben ben ben ben ben diğer her şey. . . . . . . . . . . . . .
Alice: Topların 0’ına sahibim bana bana bana bana bana bana bana bana
Alice: Topların bana verdiğin bana 0, benim için bana,
Bob: sen ben ben ben diğer her şey. . . . . . . . . . . . . . (2)

Bu konuşma anlamsız gibi geliyorsa binlerce yıllık evrim tarihimizde dilin nasıl şekillendiğini size hatırlatmak isteriz. Kaldı ki eğer fişleri çekilmeseydi bu konuşma nasıl gelişecekti?

laboratuvardan firar eden robot ile ilgili görsel sonucuYine buna benzer bir olay 2016 yılında Rusya’da yaşandı. Öğrenme becerisine sahip bir robot, mühendislerden birinin kapıyı açık unuttuğunu fark edince laboratuvardan kaçıp şehir trafiğine karıştı. Şanslıydık ki şarjı bitti (3).

Bunları örnek vermemizin sebebi tüm bu komplo teorilerini desteklemek değil yapay zekanın yapabileceklerinden bir örnek. Şimdi gelelim yazımızın asıl konusu ön yargı algoritmasına.

Bu yılın Temmuz ayında Nature’da AI can be sexist and racist — it’s time to make it fair (Yapay zeka cinsiyetçi ve ırkçı olabilir, onu adil hale getirme zamanı) başlığı ile dikkat çekici bir makale yayınlandı. Google Translate programını bir çoğumuz kullanıyoruzdur. Bu Google’ın çeviri için yaratttığı bir algoritmadır. Google Translate İspanyolca yazılmış haber makalelerini İngilizce'ye çevirdiğinde, kadınlara atıfta bulunan ifadeler genellikle "dedi" veya "yazdı" haline getiriyor. Nikon kameralarını kullanan insanları uyarmak için tasarlanan başka bir yazılım, Asyalıları her zaman yanıp sönen gibi yorumlamaya eğilimlidir. Büyük miktarda doğal dil verilerini işlemek ve analiz etmek için kullanılan popüler bir algoritma olan Word embedding, Avrupa Amerikan adlarını hoş ve Afro-Amerikan adlarını tatsız olarak nitelendiriyor. Bunlar Nature yayınlanan bu makaleden sadece birkaç örnek. Ancak önemli olan nokta şu yapay zeka programları belirli popülasyonlara karşı sistematik bir ayrım yapıyor. Bunun temel sebeplerinden biri bazı grupların veri bazında aşırı temsil edilirken bazı grupların ise çok az temsil edilmesidir. Nature’daki makalede çok kullanılan açık kütüphane Wikipedia’da biyografik kayıtların sadece %18’e yakını kadınlarda bu da sistematik olarak verilerde cinsiyet eşitsizliğine yol açtığı da değinilmiş (4).

Ön yargılarla dolu insanın ürünü yapay zekanın ön yargılı olması. Kulağa tuhaf geliyor değil mi? Ancak bu bir kısır döngü yaratmaktadır. Sorun sadece ön yargı da değil düşmanca duygular besleyen kişilerin elinde yapay zekanın sadece cinsiyet eşitsizliği ya da ırka dayalı ön yargıda bulunmayacağı gibi bir korkutucu ihtimal de var.

5 uzmanla yapılan bir başka çalışmada ise uzmanlar güvenli kullanım için dengeli ve kontrollü davranılması gerektiği görüşündeler. Uzmanlara göre yapay zekanın gelişme hızı ve bizim buna ne kadar uyum sağlayabileceğimiz bir başka problem olarak ortaya çıkmaktadır. Dil geliştiren robotların fişini çekmemiz bunun güzel bir örneğidir. Gelişmiş bir yapay zeka gezegenimizi daha iyi bir hale getirebilir ancak bunun tersi de olabilir (5).

Yapay zekanın gelişim aşamalarını hep birlikte göreceğiz. Yapay zekanın ön yargılarının ve ayrımcılığının önüne geçmek için bu programları geliştiren ve bunlara yatırım yaparak destekleyen kişilerin bu konuların farkında olmaları gerekiyor. Bunun için de ön yargı ve eşitsizlik gibi konularda farkındalık geliştirebilecek eğitim programlarının uygulamaya konması gerekiyor. Sonuçta bugünün çocukları yarın o yapay zekaları yönetecek, geliştirecek kişiler olacaklar.

Bilimle Kalın….


Kaynakça

Erişim Tarihi: 12 Eylül 2018

Erişim Tarihi: 12 Eylül 2018

Erişim Tarihi: 12 Eylül 2018

Erişim Tarihi: 26 Temmuz 2018

Erişim Tarihi: 9 Eylül 2018

9 Eylül 2018 Pazar

AŞKTA DÖNÜM NOKTASI: CİNSİYETİN EVRİMİ

Cinsiyetin Evrimi
Evrimsel geçmişimiz, genlerimizi bir sonraki nesile aktarma savaşıyla doludur. Gen aktarımını Dawkins bir nevi bayrak yarışına benzetmiştir (Dawkins,2014). Bu savaş ya da yarışta aşk türümüz için önemli bir konuolmuştur. Bu yazımızda cinsiyetin evrimine değineceğiz. 

Yaşam aslında iç içe varolan bir kodlamalar uyumudur. Bu kodlamaları enformasyon sistemleri oluşturur. Canlılık için pek çok tanım yapılıyor olmasına rağmen canlılık iki temel üzerinden incelenir: Organizasyon ve aktivite (Bakırcı,2013). Enerji kullanımı canlılık için temeldir çünkü termodinamiğin 2.yasası (entropi) bunu gerektirir ama bu belki başka bir yazımın konusu olur bunu burada bırakmakta fayda var.



Bugün bildiğimiz kadarıyla yaşamın en eski kanıtı günümüzden 3 buçuk milyar yıl öncesine tarihlenen bakteri benzeri mikrofosillerin oluşturduğu tabakalı bir yapısı olan stromatolitler’dir. Bunun yanında bir sonraki aşamada çok hücreli hayvanların en eski fosilleri 640 milyon yıl öncesine dayanmaktadır (Bahçeci,2015). 

Eşeyselliğin oluşumu bir hayli zaman almıştır. Yaşamın ortaya çıkışından yaklaşık olarak 2 milyar yıl sonra eşeyler ayrılmıştır. Dişiliği bir yavru meydana getirme süreci olarak tanımlarsak ilk iki milyar yıl boyunca dünyamızda sadece dişiler varlığını sürdürmüş, erkeğin ortaya çıkması ise daha sonraki iki milyar yılı bulmuştur(Demirsoy,2018). Burada bir noktaya değinmekte fayda var: Yüksek organizmalı canlılar (primatlar gibi; insan da bir primattır yani gelişmiş canlıdır) kural olarak uzun yaşayıp yavaş ürerler ve az yavru meydana getirirler. Bu nedenle döller arasındaki değişimi kolay kolay fark edemeyiz hele ki birkaç insan ömründe değişimleri hiç fark edilmez (Demirsoy,2017). Bunun yanında evrim bir bakteri kolonisinde kolaylıkla fark edilebilir.

Erkek-dişi cinsiyetleri arasındaki başlangıçtaki mücadele aslında çok pragmatikti. Çünkü bireyler daha az enerji harcamak ve daha rahat yaşamak için erkek kimliğe ulaşmayı ön plana aldılar ardında başlangıçta erkek-dişi kavgası olarak ortaya çıkan bu süreç filogenetik süreçte yerini erkek-erkek kavgasına bıraktı (Demirsoy,2017). Eşeyler arasındaki bu mücadelede bir başka nokta ise dişi cinsiyetin sömürülmesidir bunun temel sebebi de yumurtaların spermlerden büyük olmasıdır (Dawkins,2014). Söz gelimi insanlarda yeni bir yaşamın ortaya çıkması için 60 milyon spermden biri ile 200 bin yumurtadan birinin birleşimi gerekir. Yani yaşam aynı zamanda matematiksel bir mucizedir.

Şimdi filogenetik süreçten evrimin temel mekanizmalarından biri olan eşeysel (cinsel) seçilime değinelim. Darwin aynı eşeyden (erkek veya dişi) farklı bireylerin sahip oldukları eşlerin sayısı ya da üreme kapasitesi bakımından farklılıklarını betimlemek için ‘’eşeysel seçilim’’ kavramını ortaya atmıştır (Çiçek,2018).Bir diğer deyişle eşeysel seçilim doğanın üreme konusunda yaptığı eleme ve seçme işlemidir (1). Peki gelelim biz insanlara, insanlar neye göre eş seçerler? Bu sorunun yanıtı aslında bir hayli karmaşık ve bununla ilgili binlerce araştırma ve kitap bulabilirsiniz ben burada kısa bir şekilde değinmek zorunda kalacağım.
 Biz insanlar her ne kadar dünyadaki en gelişmiş canlılar olsak da dürtülerimiz soyumuzu devam ettirmek için programlanmıştır. Bu açıdan bakarsak cinsel seçilimin ne kadar önemli bir mekanizma olduğu bir kez daha ortaya çıkar. Cinsel seçilim 2 şekilde ortaya çıkar: Aynı cinsiyetten üyeler yarışır ya da bireyler belirli niteliklere göre seçilirler. Birçok türde olduğu gibi bizde degenellikle dişi cinsiyet seçme yapar. Ancak insanlarda seçilim biraz daha karmaşıktır. Örneğin yapılan pek çok çalışmada seçmemekanizmasında ekonomik kaynakların, sosyal statünün ve zekagöstergelerinin (yapılan çalışmalarda 5 eyleme dayanır; geniş bir perspektife sahip olma, sosyal becerilerin iyi olması, parayı yönetebilme, problem çözme ve yeni görevlere adapte olabilme, sorunları çözmek için gideceği yerleri bilebilme) bir hayli önemli olduğu ortaya çıkmaktadır (Buss,2003). Fiziksel görünüm diğer canlılarda olduğu gibi biz insanlarda da etkili bir seçme mekanizmasıdır. Yapılan çalışmalar, kadınların sakallı ve düşük frekanslı ses tonuna sahip erkekleri tercih ettiği (kadın beyni ses frekansındaki değişimleri fark edebilmek üzere evrimleşmiştir bu yüzden kadınlarla konuşurken ses tonunuza dikkat edin 😊) yönündedir. Erkekler ise yuvarlak yüz hatları, iri göğüsler ve iri kalçaları tercih etmektedir (Çiçek,2018). Dönem dönem tartışma konusu olan bir başka meseleye de değinmek istiyorum. Tek eşlilik – çok eşlilik tartışması. Ünlü nörobilimci David Eagleman Incognito kitabında evrimsel bakış açısından, bir çocuk yetiştirmek için gereken süreyi aştıktan sonra (ortalama 4 yıl) seçtiğimiz eşe duyduğumuz ilginin azalmasına programlandığımız söylemiştir (Eagleman,2017).


Davranışlarımızın ortaya çıkmasındaki tek etken kalıtım değildir çevre koşullarından da etkileniyoruz. Nisan 2016’da yapılan bir çalışmada insanların tek eşli bir çiftleşme stratejisi
geliştirmelerinin sebebi, ‘mahalle baskısı’nın yanı sıra cinsel yolla bulaşan hastalıkların olabileceği öne sürülmüştür. Araştırmacıların bulgularına göre, daha küçük çok eşli toplumlar (bu toplum yapısının erken avcı toplayıcılık döneminde yaygın olduğu düşünülüyor), tek eşli toplum yapısına sahip küçük toplumlara göre daha çok ürüyorlar. Ayrıca yine çok eşli küçük avcı toplayıcı toplumlarda ortaya çıkan cinsel hastalık salgınları daha çabuk geçiyor. Fakat toplum büyüdükçe çok eşlilikten tek eşliliğe doğru bir kayma meydana geliyor. Aslında bizim türümüz gibi cinsiyet oranı kabaca 50/50 olan türlerde, çok eşliliği üreyemeyen ve sosyal yapıya zarar veren erkekler oluşturuyor. Çok eşlilik, aynı zamanda kadınlar için de dezavantajlı bir durum. Çok eşli toplumlarda, kadınların doğurganlıkları tek eşli toplumlara göre azalırken kadınların cinsel yolla bulaşan hastalıklara yakalanma ihtimalleri artıyor (2).

Partnerler arasında sıklıkla sorun olan bir mesele de kıskançlıktır: Kıskançlık, aldatma ile mücadele etmek için evrimleşmiş psikolojik bir stratejidir. Evrimsel geçmişimizde eşlerinin sadakatsizliğine kayıtsız kalan erkekler, babalıklarını tehlikeye atmaktan korkuyorlardı (Buss,2003) Yine de kıskançlığı dozunda bırakmakta fayda var 😊

Son olarak bir araştırmadan daha bahsedeceğim. Avustralya’da bir partner bulma sitesinden 42.000 veri kullanarak yapılan bir çalışmada 18 ve 40 yaşları arasındaki kadınlar (en bereketli yılları) karşı cins için daha sıkı eğitim tercihleri göstermişler, ancak bu, bu dönemin sonuna doğru azalmıştır. Bununla birlikte, 50 yaşını geçmiş kadınlar bir kez daha özel hale gelmiştir. 50 yaşını geçmiş erkekler de sıkı eğitim tercihleri göstermiştir. Tüm yaş gruplarında, kadınlar erkeklere göre kendileri ile aynı veya kendilerinden daha yüksek eğitim seviyesine sahip bir partneri tercih etme olasılığı daha fazla olmuştur.Genel olarak, bu sonuçlar, potansiyel bir partnerde eğitim gereklilikleri söz konusu olduğunda, kadınların erkeklerden, özellikle de en fazla üreme yıllarında daha seçici olduklarını göstermiştir. Gerçekten de, kadınların kendi eğitim düzeylerini kontrol ettikten sonra bile, daha fazla kadın (erkeklere göre), potansiyel bir partnerde daha yüksek bir eğitim seviyesi tercih etmiştir.Bu nedenle, kadınların ebeveynliğe önemli ölçüde yatırım yaptıkları göz önüne alındığında, eşi seçiminde seçici davranacakları, yatırım seviyelerini takdir edecek ve onu bir şekilde veya formda eşleştirmeye çalışan birini bulmaya çalışması doğaldır (3). Sözlerimi evrimle ilgili birkaç cümle ile bitirmek istiyorum. Evrim canlılardaki değişimdir yani bir yasadır, evrim teorisi ise bu değişimin nasıl olduğunu inceleyen mevcut koşullarda en güçlü teoridir. Evrim vardır ve devam etmektedir. Cinsiyetlerin oluşması ve eş seçimi evrim teorisinin temel konuları arasındadır.

60 milyon spermden ve 200 bin yumurtadan birinin birleşimi
ile gelen hayat. Yaşam büyük bir matematiksel mucizedir.
Bilimle Kalın…

Kaynaklar ve İleri Okuma
Bakırcı, Ç.M. (2013) Evrim kuramı ve mekanizmaları. İstanbul: Evrensel Kültür.
Bahçeci,Z.(2015) Evrim. Ankara:Anı.
Buss, D.M. (2003) Theevolution of desire. Basic Books.
Çiçek, K. (2018) Eşeysel Seçilim: Bir Üreme Mücadelesi.Bilim ve Ütopya, 289, 29-35.
Dawkins, R. (2014) Gen Bencildir. Tunç Tuncay Bilgin (Çev.) İstanbul:Kuzey.
Dawkins, R. (2014) Yeryüzündeki En Büyük Gösteri. Polat Uygar ve Tunç Tuncay
Bilgin (Çev.Edt.) İstanbul:Kuzey.
Demirsoy, A. (2018) Eşeyselliğin evrimi. Bilim ve Ütopya, 289, 10-28.
Demirsoy, A. (2017) Evrim İstanbul: Asi Kitap.
Eagleman, D. (2017) Incognito. Zeynep Arık Tozar (Çev.) İstanbul: Domingo.
1-https://evrimagaci.org/evrim-mekanizmalari-4-cinsel-secilim-rastgele-olmayanciftlesme-
42
Erişim Tarihi: 12 Ağustos 2018
2-https://bilimfili.com/insanlarin-tek-esliliginin-sebebi-ask-ya-da-sadakatolmayabilir/
Erişim Tarihi: 12 Ağustos 2018
3-https://www.psychologytoday.com/us/blog/finding-new-home/201807/whattype-
man-are-female-online-daters-looking
Erişim Tarihi: 12 Ağustos 2018
.

29 Temmuz 2018 Pazar


TEKRARLAYAN BİR BUHRAN: YAPILAN ÇALIŞMALAR IŞIĞINDA OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUK

-Eyvah!!! Kapıyı kilitledim mi?
-Ya ocağın altını açık unuttuysam?
-Elim hala kirli olabilir iyisi mi bir kez daha yıkayayım…

Bunlar günlük hayatta hemen hepimizin bazen aklımızdan geçen cümlelerdir. Ancak eğer bu cümleler günlük hayatımızı sürdürmemizi engelliyorsa o zaman Obsesif-Kompulsif bozukluk dediğimiz diğer adı da takıntı-zorlantı bozukluğu olan bir bozukluk olma ihtimali vardır. Bu yazımda sizlere OKB ve bazı çalışmalardan bahsedeceğim.

DSM-5’e göre OKB tanılama kriterleri şu şekildedir:

A. Obsesyonlar, kompulsiyonlar ya da her ikisinin birlikte varlığı:
Obsesyonlar aşağıdakilerden (1) ve (2) ile tanımlanır:
1) Bu bozukluk sırasında kimi zaman zorla ve istenmeden gelen ve çoğu kişide anksiyete ya da sıkıntıya neden olan, yineleyici ve sürekli düşünceler, dürtüler ya da düşlemler.
2) Kişi bu düşünceleri, dürtüleri ya da düşlemlerine önem vermemeye ya da bunları baskılamaya çalışır ya da başka bir düşünce ya da eylemle etkisizleştirmeye çalışır.

Kompulsiyonlar aşağıdakilerden (1) ve (2) ile tanımlanır:

1) Kişinin, obsesyona bir tepki olarak ya da katı bir biçimde uygulaması gereken kurallara göre yapmaktan kendini alıkoyamadığı yineleyici davranışlar (örn. el yıkama, düzene koyma, kontrol etme) ya da zihinsel eylemler (örn. dua etme, sayı sayma, bir takım sözcükleri sessiz bir biçimde söyleyip durma)

2) Davranışlar ya da zihinsel eylemler, sıkıntıdan kurtulmaya ya da var olan sıkıntıyı azaltmaya ya da korku yaratan olay ya da durumdan korunmaya yöneliktir; ancak bu davranışlar ya da zihinsel eylemler ya etkisizleştirilmesi ya da korunulması tasarlanan şeylerle gerçekçi bir biçimde ilişkili değildir ya da açıkça çok aşırı bir düzeydedir.

B. Obsesyon ya da kompulsiyonlar belirgin bir sıkıntıya neden olur, zamanın boşa harcanmasına yol açar (günde 1 saatten daha fazla zaman alırlar) ya da kişinin olağan günlük işlerini, mesleki (ya da eğitimle ilgili) işlevselliğini ya da olağan toplumsal etkinliklerini ya da ilişkilerini önemli ölçüde bozar.

C. Bu bozukluk bir maddenin (örn. kötüye kullanılabilen bir ilaç ya da tedavide kullanılan bir ilaç) ya da genel tıbbi durumun doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir.

D. Başka bir eksen 1 bozukluğu varsa, obsesyon ya da kompulsiyonların içeriği bununla sınırlı değildir (örn. bir yeme bozukluğunun olması durumunda yemek konusu üzerinde düşünüp durma; trikotillomaninin olması durumunda saç çekme üzerinde durma; vücut dismorfik bozukluğunun olması durumunda dış görünümle aşırı ilgilenme; bir madde kullanım bozukluğunun olması durumunda ilaçlar üzerinde düşünüp durma; hipokondriyazisin olması durumunda ciddi bir hastalığı olduğu biçiminde düşünüp durma; bir parafilinin olması durumunda cinsel dürtüler ya da fanteziler üzerinde düşünüp durma ya da majör depresif bozukluk olması durumunda suçluluk üzerine geviş getirircesine düşünme).

Ayrıca aşağıdaki belirtiler ayrı değerlendirilir:

İç görüsü iyi: Kişi inanışlarının gerçek olmadığının farkındadır.
İç görüsü kötü: Kişi inanışlarının olasılıkla gerçek olduğunu düşünür.
 İç görüsü yok/sanrısal inanışlar: Kişi inanışlarının gerçek olduğuna kesin olarak inanmaktadır.
Tikle ilişkili: Kişinin o sırada ya da geçmişte bir tik bozukluğu öyküsü vardır.

OKB’nin tanılama kriterleri bu şekildedir. Şimdi de biraz nörolojik alt yapısını inceleyelim:

orbitofrontal korteks ile ilgili görsel sonucuOKB’de anteriyor singulat (daha çok dürtü kontrolü, karar ve duygular) ve orbitofrontal korteksin  (duygusal değerlerin temsili, karar verme süreci, beklentiler, beklenmedik durumlara uyum) yapısal ve işlevsel bozukluğu bilinmektedir. Bunun yanında dorsolateral prefrontal korteks (davranış düzenleme) veya orbitofrontal kortekse duyarlı nöropsikolojik testlerde bozukluklar saptanması, OKB’nin etiyopatogenezi (hastalığın gelişşimi ve seyri) ile yürütücü işlev bozuklukları ve OKB belirtilerinin ortaya çıkışının ilişkili olduğunu düşündürmektedir (Tanrıdağ, 2015).

Başlangıç Yaşı

Yapılan çalışmalarda farklı başlangıç yaşlarına rastlanmaktadır. Bir çalışmada ortalama başlangıç yaşı 21-25 olarak bulunmuş ve hastaların %25’inde semptomlar çocuklukta, %29’unda ergenlik döneminde görülmeye başlamaktadır. Bir başka çalışmada ise erkekler için 20, kadınlar için 19 yaş başlangıç yaşı olarak ortaya çıkmaktadır (Ceylan ve Yazan,2000) Yine bir başka çalışmada ise başlangıç yaşı 10 olarak bulunmuş, tanı almış yetişkinlerin 3’te biri ile yarısı arasındaki bir bölümünün çocukken bu tanıyı almış oldukları ortaya çıkmıştır (Ausitin ve Sciarra,2015)

Aşırı kendini kontrol ve mükemmeliyetçilik – OKB bağlantısı

JAMA Psychiatry dergisinde bu yıl yayınlanan bir çalışma kendini aşırı kontrol eden ve mükemmeliyetçilik eğilimi gösteren çocukların, genç yaşlarında OKB geliştirme olasılığının iki katı fazla olduğunu bildirmektedir. Araştırmacılar mükemmeliyetçi olarak rapor ettikleri çocukların daha küçük dorsal anterior singulat korteks hacmine sahip olduğunu ve beyinde OKB'ye bağlı bir alan olduğunu bildirdiler. Araştırmanın 292 çocukla yapılan ilk aşamasında araştırmacılar 4-5 yaş arasındaki çocuklara daire çizme görevi vermişler ve daire çizerken çocukları sık sık daha düzgün çizmeleri konusunda uyarmışlardır. Bu sırada bazı çocuklar mükemmeliyetçilik eğilimi gözlemlenmiştir. Deneyden 12 yıl sonra bu çocuklardan 35’i OKB geliştirmiş ve beyin taramaları yapılmaya devam edilmiştir. Sonuçta araştırmacılar, daire görevi sırasında mükemmeliyetçi gibi davrananların da daha önce yetişkinlerde OKB'ye bağlı olan, beyindeki anatomik bir yapı olan anterior singulat korteks olarak adlandırılan bölgenin daha küçük bir hacme sahip olduklarını bulmuşlardır (Kirsten vd.,2018)

Etiyoloji

OKB’deki değişimlerin %50’sinin seratonin etkinlik düzeyinde bir bozuklukla açıklanabildiği tahmin edilmektedir. Başka bir hipotez ise dopaminle ilgilidir. Vücuttaki dopamin seviyesini kontrol eden ilaçlar Tourette sendromuyla ilişkisi olduğu ileri sürülmektedir. Vücuttaki dopamin seviyesini kontrol eden ilaçlar Tourette sendromu ve OKB belirtileri ile ilişkisi olanları azaltmada etkili olmuştur (Ausitin ve Sciarra,2015).
Tedavi

OKB’nin tedavisinde günümüzde farklı yaklaşımlar kullanılmaktadır. Bu tedavilerde ve uzun süreli hedefler bulunmaktadır. Kısa süreli hedefler genellikle hastalığın doğasını, öyküsünü, varsa madde kullanımı ile ilişkisini belirlemek ve hastanın doğru olmayan inançlarına yönelmektir. Uzun süreli hedefler ise OKB’nin sıklık, süre ve şiddetini azaltmayı, davranış anlamında hastanın harcadığı zamanı azaltmayı, duygusal stresi çözmeyi, geçmiş yaşam olaylarına inmeyi ve hastanın yeni yaşama uyumunu sağlamasına yardımcı olmayı içerir (Jongsma,Peterson ve Bruce,2016).

Not: OKB’nin nörolojik alt yapısı kısmında beynin bazı bölümlerinden bahsettim. Beyin bilinen evrenin en karmaşık yapısıdır ve beyin hakkında şu an çok az şey biliyoruz. Bahsettiğim bölgeler (anteriyor singulat, orbitofrontal korteks, dorsolateral prefrontal korteks) hakkında verdiğim bilgiler çok genel olup beynin bağlamsal bütünsel çalıştığı bilinmektedir yani örneğin karar verme süreci beynin tek bir bölgesi ile ilişkili olmayıp beynin neredeyse tamamını ilgilendiren bir süreçtir. Yeni yapılan çalışmalar ışığında beyin hakkında bilgilerimiz neredeyse her geçen gün değişmektedir.

Bilgi güçtür, aynı zamanda huzursuzluk…

Kaynaklar ve İleri Okuma

Amerikan Psikiyatri Birliği, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Beşinci Baskı (DSM-5), Tanı Ölçütleri Başvuru Elkitabı’ndan, çev. Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2013.

Austin, V.L., Sciarra, D.T. (2015) Çocuk ve ergenlerde duygusal ve davranışsal bozukluklar.
Mustafa Özekes (Çev.Edt) Ankara: Nobel

Ceylan, E.M., Yazan, B. (2000) Araştırma ve klinik uygulamada biyolojik psikiyatri 3.cilt anksiyete bozuklukları. İstanbul: Altan

Jongsma, A.E., Peterson, L.M., Bruce, T. (2016) Bütün ruh hastalıkları için yetişkin psikoterapisi tedavi planlayıcısı. Muzaffer Şahin (Çev.Edt.) Ankara: Nobel

Gilbert, K. E., Barclay, M. E., Tillman, R., Barch, D. M., & Luby, J. L. (2018). Associations of Observed Performance Monitoring During Preschool With Obsessive-Compulsive Disorder and Anterior Cingulate Cortex Volume Over 12 Years. JAMA psychiatry.

Tanrıdağ, O. (2015) Davranış nörolojisi. Ankara: Nobel


https://sinirbilim.org/orbitofrontal-korteks/ Erişim Tarihi: 26 Temmuz 2018


1 Temmuz 2018 Pazar


DEHALARIN ANORMALLİKLERİ BÖLÜM 2: CHARLES DARWIN

Hazırlayanlar: Nermin KILIÇ – Uğur Yiğit KARATAŞ
“Yapabildiğim kadar sıkı çalıştım ve hiç kimse bundan daha fazlasını yapamazdı.”
Charles Robert DARWIN
Bilim tarihinde insanlığın egosunu derinden sarsan 3 teori bulunmaktadır. Öncelikle Kopernik gelmiş evrenin merkezinde olmadığımızı söylemiş ardından da Darwin hayvanlarla akrabalığımız olduğunu belirtmiştir son olarak da Freud cinsellikle ilgili radikal fikirlerini açıklamıştır (Üçünün de düşünceleri alanında ilk ve yalnızca bunlarla sınırlı değildir ancak biz bugün bu teorileri onlara atfediyoruz.) Bu yazımızda egomuzu derinden sarsan tarihin 2. Sırasında yer alan Evrim Teorisi’ne yaptığı meşhur katkılarla bilinen Darwin’i ele alacağız.

En az iki üyesinin tarihe önemli fikirleriyle katkılarda bulundukları çeşitli ünlü aileler vardır. Darwin/Galton ailesi de bu tür ailelerdendi. Dede, Erasmus Darwin yine Charles Darwin gibi evrim konusu ile ilgilenen, döneminde tanınmış bir doğa bilimciydi. Darwin annesini 8 yaşındayken kaybetti. Darwin’in babası ise saygın bir hekimdi. Bu açıdan baktığımızda Darwin’in entelektüel bir çevrede büyüdüğünü söyleyebiliriz. Ancak okulda pek başarılı olduğu söylenemez pek çok deha gibi o da öğretmenleri tarafından aptal olarak damgalandı bunun sebebi okul programlarının Darwin’e hitap etmemesiydi. O daha çok böceklerle ilgilenmekten onları toplayıp incelemekten keyif alırdı. Hatta babası bir gün ona:
‘’ Seni, anlaşılan, ava çıkma, köpeklerle eğlenme ve fare yakalama dışında hiçbir şey ilgilendirmiyor. Geleceğin, kendin ve ailen için yüz karası olacaktır.’’ demiştir.
Darwin’in üniversite hayatı da sorunlu geçti. 2 yıl aldığı tıp eğitimde başarısız oldu ardından da babasının isteği ile ‘’din adamı’’ olmak için teoloji eğitimi almaya başladı.

charles darwin ile ilgili görsel sonucu
Bugün ise bilim insanları hala Darwin’in yaşadığı sorunları tartışmaktadırlar. Darwin teorisini geliştirmesine büyük katkı sağlayan 5 yıllık Beagle yolculuğu sırasında mide bulantıları, histerik ağlama nöbetleri geçirmiştir. Darwin’de agorafobi ve obsesif-kompulsif bozukluk olduğu da iddia edilmektedir. Agorafobi ve obsesif-kompulsif bozukluk tanılarını bugün Darwin’in kaleme aldığı yazılardan anlayabiliriz.

Darwin 30 yaşına geldiğinde, insanlara olan korkusunun, kendi çocuklarıyla konuşmasını bile engellediğini yazmıştır,
“Yaşamaya mecbur kaldım… çok sessizce, hiç kimseyi göremiyorum ve hatta en yakın ilişkilerimle bile uzun konuşamıyorum.”

charles darwin resim ile ilgili görsel sonucu
Yine aynı şekilde Darwin’in OKB'den muzdarip olduğu tanısını ise  Darwin’ in bir arkadaşına çeşitli saplantılı düşüncelerini ve onlardan nasıl kaçamadığını kaleme aldığı bir mektubundan anlamaktayız:
“Uyuyamadım ve gün içinde yaptığım her şey, gece boyunca beni canlılığı ve en çok da tekrarlarlarıyla perişan etti.” diyordu.

Kendisi de dediği gibi, düşünceleri, çocuklarının bu tür bir hastalığa sahip olacağı yönündeydi ve bu düşünceleri durdurmak için 'gözlerini sıkıca kapatmayı' denerdi, ama beynine nüfuz eden bu düşünceleri zihninden uzaklaştıramazdı. Gece boyunca tekrar eden bu düşünceler gün içindekilerden daha ısrarlıydı.

Bugün biz onu yaşamın evrim sürecinin hatlarını özetleyen deha olarak tanıyoruz, kuşkusuz o bu noktaya yaşama karşı savunduğu mücadeleler ile geldi ve bu süreçte en çok da onu kendisi motive etti. Bu dahiden belki de en çok öğrenmemiz gereken kendisine söylediği bu cümleleri olumlu benlik algısını kendimize yansıtmaktır:

“Ne zaman yanıldığımı ya da çalışmamın mükemmel olmadığını anlasam ve aşağılayıcı bir şekilde eleştirilsem ve hatta kendimi incitilmiş hissedecek kadar fazla övülsem, kendimi yüzlerce kez şunu demek en büyük rahatlatıcım olur:’Elinden geldiğince ağır ve iyi çalıştın. Hiç kimse bundan fazlasını yapamaz.’ Yapabileceklerimin en iyisini yaptım.”



Kaynakça
Andreasen, N. C. (2005). The creating brain: The neuroscience of genius. Dana Press.

Aksoy, U.M. (2006) Obsesif Kompulsif Bozukluk Ve Panik Bozukluğu Hastalarındaki Cinsel İşlev Bozukluklarının Karşılaştırılması. (Uzmanlık Tez) İstanbul

Yıldırım, C. (1995) Bilimin Öncüleri. Ankara: Tübitak



29 Haziran 2018 Cuma


Irk Kavramı ve Irkçılığın Kökenleri

İnsanlık tarihi sınıf çatışmalarının tarihidir der Marx, bu çatışmaların arasında hiç gündemden düşmeyen bir çatışma türü daha bulunmaktadır: Irkçılık. Bu yazımda ırk kavramının nasıl ortaya çıktığını ve çeşitli yansımalarını anlatacağım.

Dünya üzerinde yaşayan canlıların daha ayrıntılı incelenmesi ve aralarındaki akrabalık derecelerini ortaya çıkarmak için Taksonomi adını verdiğimiz bir sistem kullanırız. Taksonomi sayesinde canlıların türü, cinsi, familyası ve giderek genişleyen biçimde yaşam ağacındaki yeri ortaya çıkar.

neandertaller ile ilgili görsel sonucuAncak sınıflandırma insana geldiğinde işler biraz karışır. Günümüzde yaşayan tüm insanların türü Spiens (zeki), cinsi Homo (insan) ve oymağı da Hominin’dir. Tarihte başka insan türleri de yaşamış (Homo Erectus, Homo Rudolfensis, Homo Neanderthalensis…) ancak günümüze kadar sadece Zeki İnsan yani Homo Sapiens kalmıştır (Genlerimizde diğer insan türlerinden de izler olduğu yapılan araştırmalarla ortaya çıktı.). Yani günümüzdeki insanları alt türlere ayıramıyoruz çünkü yaşayan tek bir insan türü mevcut.

ırklar ile ilgili görsel sonucuGünümüzde tek bir insan türünün yaşadığını söylemiştim ancak dış görünüş açısından insanlar arasında büyük farklılıklar bulunmaktadır. Örneğin Afrika’da yerel bir kabilede evrimsel açıdan uyumlu olabilecek şekilde iklimin etkisiyle siyah derili bir çocuk dünyaya gelirken kutuplarda insanların yaşadığı bölgelerde yine aynı nedenlerle beyaz tenli bir çocuk dünyaya gelmektedir.

Bu farklılıklar insanların pek de bilimsel olmayan bir sınıflama sistemi üretmesine neden oldu. Takvimler 19. Yüzyılın ilk yarısını gösterdiğinde Amerika’da Philadelphia’da ünlü bir doktor farklı bir uğraş veriyordu. Samuel Morton ismindeki bu doktor kafatasları toplayıp bu kafataslarının içini biber taneleriyle dolduruyor sonra da boşaltıp hacmini hesaplıyordu. Aslında bu doktordan önce yakından tanıdığımız bir kişi insanları ten renklerine göre sınıflara ayırmıştı bile. Bu kişi büyük Alman filozof Immanuel Kant’tır. Kant’a göre insanlar Beyazlar, Siyahlar, Hintliler ve Kalmuklar’dan oluşuyordu. Bu anlamda ırk kavramının ilk kez Almanya’da Kant ile birlikte geliştiğini söyleyebiliriz.
 kant ile ilgili görsel sonucu
Samuel Morton ile ilgili görsel sonucu
Şimdi Morton’a geri dönelim. Morton günümüzde bilimsel anlamda ‘’ırkçılığın’’ babası olarak tanınıyor. Morton da aynı Kant gibi insanları sınıflara ayırmıştı ancak onun sisteminde beş sınıf bulunuyordu. Ona göre beyazlar en zeki sınıf, onları Asyalılar izliyor Güney Asyalılar ve Amerika yerlileri şeklinde devam ediyordu. Sıralamanın en altında ise Etiyopyalılar bulunmaktaydı. Morton daha önce bahsettiğim gibi sınıflandırmayı topladığı kafataslarına göre yapıyor, bu sistemde zekanın ölçüm birimi ise ‘’biber taneleriydi’’.

Tabula Rasa (insan zihni doğuştan boş levhadır) fikrine sahip olan önemli Aydınlanma düşünürlerinden John Locke’un ise ırkla ilgili düşünceleri pek de iç açıcı değildir. Locke ‘’Zenciler insan değildir’’ diyen bir çocuğa herhangi bir cevap verememekten yakınmış ve Afrika’da bazı kabilelerde kadınların Mandril maymunlarından hamile kaldıklarını sık sık vurgulamıştır.

Bugün yerleşik olarak kullandığımız ırk kavramı insanların daha çok renk esasına, geldikleri yerlere ve diğer özellikler göre kabaca ayrılmasından sonra kullanılmaya başlanmıştır. Ama biz bugün biliyoruz ki bilim, ırk kavramının genetik veya bilimsel temeli olmadığını söylüyor.

‘’Entelektüel hayat, öncelikle çatışma ve anlaşmazlıkla doludur’’ Randall Collins

Bilimle Kalın…

Kaynaklar ve İleri Okuma

Bernasconi, R. (2015) Irk kavramını kim icat etti? İstanbul: Metis

Kolbert, E. (2018) Dış görünüş. National Geographic Nisan 2018 Sayısı

Wood, B. (2015) İnsan evrimi. Nursu Örge (Çev.) Dost Kitabevi


7 Haziran 2018 Perşembe


DEHALARIN ANORMALLİKLERİ BÖLÜM 1: SIR ISAAC NEWTON


Hazırlayanlar: Nermin KILIÇ – Uğur Yiğit KARATAŞ

Modern bilim kendi kahramanlarını yaratır. Her kahramanın yaşamı normal midir? Bazı kahramanlar yaratıcılıklarını hayal dünyasından bazıları geçmiş yaşantısından ve bazıları ise-bugün ele alacağımız gibi- anormalliklerinden almıştır. Bu kahramanların en büyüklerinden biri de Newton’dur. Isaac Newton’a bu zamana kadar bipolar, otizm, şizofreni gibi birçok teşhis konulmuştur.

Newton’un yaşam öyküsü de bilimsel yaratıcılık ve şizofreni arasında bir ilişki olabileceğini düşündürüyor. Sir Isaac Newton bir İngiliz bilim insanıydı. Fizik, matematik, optik ve doğa felsefenin gelişimine yaptığı katkılardan dolayı dikkati çekmektedir. Bilim kariyerinin yanı sıra, bir ilahiyatçıydı. Yaşayan en etkili insanlardan biri olarak kabul edildi. Newton’un doğduğu yıl aynı zamanda Galileo’nun öldüğü yıldı.

newton ile ilgili görsel sonucuNewton’un annesi Newton için doğduğu zaman bir su maşrapasına sığacak kadar küçük olduğunu söylermiş. Ayrıca o kadar zayıfmış ki, başı dik dursun diye boynunun etrafına destek gibi bir şeyler koyarlarmış. Newton’un babası oğlu henüz doğmadan ölmüştü. Annesi sonradan başka biri ile evlenmişse de bu kişi de Newton daha Grantham okulunda iken öldü yani Newton babasız büyüdü. Newton annesine her vakit çok bağlıydı, annesi ölüm döşeğindeyken ilaçlarını o verdi, bakımını o üstlendi. Çocukluğunu yalnız geçirdi, diğer çocuklarla oynamak yerine makinelerle oynadı ve kendi kendine icatlar yaptı.

newton ile ilgili görsel sonucuNewton 1665’te doğduğu eve gitti ve 2 yıl orada kaldı. 1665-1667 yılları arasındaki bu çiftlik hayatı Newton’a ününü sağlayacak çalışmaların temeliydi. Çiftlik evinde tek başına derin düşüncelere dalıp bütün gün çalışıyordu. Kendisi de o yıllar için ‘’ O sıralarda icad için en elverişli yaşta idim. Matematik ve felsefe ile hiçbir zaman o vakit ki kadar zihnimi yormadım’’ cümlelerini sarf etti.

Newton’un günümüz tanı kategorilerine göre bipolar bozukluk ve dönem dönem depresyon belirtileri de gösterdiği düşünülmektedir. Mani dönemlerinde yemek yemeyi unutacak kadar çalışır depresyonda iken çalışmalardan çekilirdi. Ayrıca kendisi hiç evlenmedi.

Tarihsel kayıtlar, ünlü bilim insanı Sir Isaac Newton'un, 1693 yılında paranoid sanrılar, 51 yaşında da uykusuzluk, sinirlilik ve iştahsızlık ile karakterize edilen psikoz episodu geçirdiğini öne sürmektedir. Yakın arkadaşları ve meslektaşlarıyla bağlarını kestiği bilinmektedir. Robert Hooke gibi çeşitli insanlara yazdığı mektuplarda psikotik dönem boyunca başkaları tarafından rahatsız edildiği saplantılarıyla boğuşmuştur.  Bu bir kaç mektubun içerisinde hiç gerçekleşmemiş konuşmalar için çeşitli suçlamalar ve göndermeler yapmıştır. Örneğin, 13 Eylül 1693'te arkadaşı ve meslektaşı Samuel Pepys'e bir yazdığı mektup şu şekildedir:

“Efendim, Bay Millington'ın mesajınızı vermesinden bir süre sonra, bir dahaki sefere Londra'ya gittiğimde seni görmek için bastım. Ben yanıldım; ama benim basımını kabul etmeden önce, benim yaptığım şeyi düşünmeden önce, içimde olduğum içgüdümden çok rahatsız olduğum için ve bu on iki ayda ne yedim, ne de iyi uyumadım. Seninle tanıştım, ve seni ve arkadaşlarımın geri kalanını görüyorum.”

Pepys, Newton'un aldattığı suçlamaların masumdu ve mektubuyla sarsıldı. Dahası, Newton’un Pepys ile yaptığı söyleşi, hiç bir zaman gerçekleşmedi

Birçok insanın veya bilim insanının da yaşadığı bu belirtiler onun başarılarına engel olmayıp yer yer üretkenliğini arttırmıştır. Yaşadığı tüm zorlukların yanında biz bugün onu bilim dallarına ve matematiğe yaptığı katkılarla biliyoruz. Newton dünya tarihinde insanların Dünya’ya ve Evren’e bakış açısını değiştiren büyük dâhilerden biridir.

‘’Dünyaya nasıl göründüğümü bilmiyorum; ama ben kendimi, henüz keşfedilmemiş gerçeklerle dolu bir okyanusun kıyısında oynayan, düzgün bir çakıl taşı ya da güzel bir deniz kabuğu bulduğunda sevinen bir çocuk gibi görüyorum.’’ Sir Isaac Newton

Kaynakça
Andrade, C. (1964) Sir Isaac Newton hayatı ve eserleri. Avni Yakalıoğlu  (Çev.) Ankara: M.E.B.

Andreasen, N. C., & Güney, K. (2009). Yaratıcı beyin: dehanın nörobilimi. Arkadaş Yayınevi.

Jeste, D. V., Harless, K. A., & Palmer, B. W. (2000). Chronic Late-Onset Schizophrenia-Like Psychosis That Remitted: Revisiting Newton’s Psychosis?. American Journal of Psychiatry157(3), 444-449.

Ronan, C.A. (2003) Bilim tarihi. Ekmeleddin İhsanoğlu, Feza Günergün (Çev.) Ankara: TÜBİTAK

Rossi, P. (2009) Modern bilimin doğuşu. Neşenur Dominiç (Çev.) İstanbul: Literatür