30 Ağustos 2017 Çarşamba

GECE TELEFON IŞIĞINA BAKMAK NEDEN ZARARLIDIR?
   

Eğer zaman makinamız olsaydı ve yüz yıl önce yaşamış birini günümüze getirseydik kuşkusuz gece karanlıkta yatakta telefonla uğraşmamıza hiçbir anlam veremezdi. Ancak günümüzde hepimiz ceplerimizde taşıdığımız yanımızdan ayırmadığımız mini bilgisayarların bağımlısıyız. Özellikle de z kuşağı gece uyumadan önce bazen saatleri bulan sürelerde mesajlaşmakta, internette gezinmektedir. Sonrasında ise sabah uyanmakta zorlanmaktadırlar. Gece karanlıkta telefon ışığına uzun süre maruz kalmak biyolojik yapımızı ciddi şekilde etkiliyor.

gece telefona bakmak ile ilgili görsel sonucuİnsan vücudu evrimsel süreçte biyolojik bir saat olarak günümüze kadar gelmiştir. Hepimiz biyolojik saatleriz aslında. Vücudumuz belirli döngüler ile çalışmaktadır. Bunlardan en önemlisi de sirkadyen ritim dediğimiz 24 saatlik bir zaman döngüsüdür. Bu döngünün içinde uyku-uyanıklık süreleri vardır. Bu açıdan en temelden baktığımızda bile gece vardiyaları evrimsel kökenimize aykırıdır.

Sirkadyen ritmimizin yaklaşık üçte biri pasif davranış evresi olan uykuya aittir. Uyku yaşamın ilk yıllarında gelişim için çok önemli bir yere sahipken yetişkinlerde de öğrenme, bellek gibi alanların yanı sıra bilişsel ve fiziksel olarak iyi hissetme açısından önemini korumaktadır. Telefonlar burada da uykusuz geçen gecelerin sebebi olabilmektedirler. Ama asıl önemli olan beyin yapımızdaki değişikliğe sebep olmalarıdır.

İnsan beyninde temelini nöronlar oluşturur. Nöronlar merkezi sinir sistemindeki bilgileri işleyen en temel yapılardır. Nöronlar nörotransmitter isimli kimyasallar salgılarlar ve bunların görevi diğer hücrelerle haberleşmeyi sağlamaktır. Dopamin, seratonin gibi nörotransmitterleri hemen hepimiz duymuşuzdur ancak ben farklı bir nörotransmitterden bahsedeceğim. Melatonin tıpkı dopamin, seratonin, adrenalin gibi küçük moleküllü bir nörotransmitterdir.

melatonin ile ilgili görsel sonucuMelatonin, epifiz bezi ve retina içerisindeki seratoninden elde edilmektedir. Uyku-uyanıklık döngüsünde rol oynar. Melatonin sentezi ve salgılanması karanlık saatlerde artar ve gündüz saatlerinde düşük bir seviyede tutulmaktadır bir diğer görevi de ergenliği geciktirmektir. Şimdi telefon ışığı meselesine geri dönelim. Gece telefon ışığına uzun süre maruz kaldığımızda retinamız bu ışığı süzmektedir. Bu da beyindeki gece ritmini yanıltır ve beyin gündüz davrandığı gibi davranıp melatonin seviyesini azaltarak (arttırması gerektiği halde) vücudun tepkilerini ona göre düzenler. Normalde uykudan önce vücut gevşer, kan akışı yavaşlar (tüm bunlar parasempatik sinir sistemi aktiviteleridir) yani uykuya hazır hale geliriz.
retina ile ilgili görsel sonucu
Ancak beyin retinadan süzülen ışık ve beraberindeki nörotransmitter hareketlerinden dolayı bu duruma ket vurur.
Tüm bu saydığım nedenlerden dolayı telefon ışığına özellikle gece saatlerinde uzun süre maruz kalmak tehlikelidir. Cep telefonları yaydıkları radyasyonun yanında pek çok rahatsızlığa da davetiye çıkarırlar uyku-uyanıklık döngüsündeki bozulma bunlardan yalnızca biridir. En gelişmiş beyne sahip bir canlının bu kadar zararlı bir cihazı neden yanından ayırmadığı da tartışmaya açık bir konu. Telefonların değil bilimin ışığında kalmanız dileğiyle….

Kaynakça
Barnes, J. (2014) Temel Biyolojik Psikoloji. Ahmet Altındağ (Çev.Edt.) Ankara: Nobel

Gerrig, R.J, Zimbardo P.G. (2016) Psikolojiye Giriş Psikoloji ve Yaşam. Gamze Sart (Çev.Edt.) Ankara: Nobel

28 Ağustos 2017 Pazartesi

TEK HÜCREDEN KOMPLİKE BİR BEYNE: EVRİM
    Bu yazımda size 10 başlıkta evrimi anlatacağım.

evrim ile ilgili görsel sonucu
    1-En temelden: Canlı Nedir?
   Eğer bir araya toplanmış olan molekül yığınları çevreden enerji yakalayabiliyor, bu enerjiyi kendini replike etmek için yani kendi benzerini yapmak için kullanabiliyor ve bu sayede gelişip çoğabiliyorsa, bu molekül yığınının canlı olduğu kabul edilir. Hayatın varlığına işaret eden karbon birikintileri yaklaşık 3 milyar 800 milyon yıl yaşındaki kayaçlarda bulunmaktadır ancak yeryüzündeki hayatın en eski kanıtı 3 buçuk milyar yıl öncesine tarihlenmiş bakteri benzeri mikrofosillerin oluşturduğu tabakalı yapıya sahip tepecik şeklindeki ‘’stromatolitler’dir.

2-Evrim Nedir?
   Evrim sözlük anlamı itibariyle birdenbire olmayan, zaman içinde ve doğal biçimde, kendiliğinden ve sürekli olarak, evre evre olan gelişim, ağır ağır ve kendiliğinden olan niteliksel ve niceliksel değişme sürecidir. Burada dikkat etmemiz gereken nokta değişimin çok uzun zaman aldığıdır. Yani bir insan hayatında gözle görülen bir değişim olmadığı için evrimin olmadığı düşüncesi oldukça temelsizdir. Evrim fikri bize yaşayan tür çeşitliliğini ve bu türlerin ortamlara böylesine iyi uyarlanmış olmalarını sağlayan özellikleri doğaüstü herhangi bir etkiye başvurmadan açıklayabilecek bir doğal süreçler kümesi sunar. Evrim 2 türlüdür: Mikroevrim ve makroevrim. Makroevrim büyük ölçüde değişimi ifade eder buna en güzel örnek dinozorların kitlesel yok oluşudur. Mikroevrim ise tür içerisindeki değişim sürecidir. Buna örnek olarak da artık kullanılmadıkları için yok olan kemikleri verebiliriz.
 dinozorlar ile ilgili görsel sonucu
3-İspat, Teori ve Evrim
 Bugün evrimle veya bilimin temel nitelikleri ile ilgili bilgi sahibi olmayan kişiler sık sık evrimin neden teori olduğu, ispatlandıysa yasa olması gerektiğini herhangi bir argümana dayanmadan ileri sürmektedirler. Bunun için gelin teori ve yasanın ne olduklarına bakalım.
Bilimsel teoriler ortaya atılan hipotezlerin doğrulanmasında kullanılır ve oldukça sağlam delillerle test edilir. Yasa ise bilimsel bir gerçekliği içeriğini anlatmadan ortaya koyar. Örneğin suyun sabit atmosfer basıncında 100 santigrat derecede kaynadığı gerçeği bir yasadır ancak bu neden bu sıcaklıkta kaynadığını açıklamaz bu yüzden teorilere ihtiyaç duyarız. Yasalarda değişmezlik ilkesi vardır yani bir yasaya ekleme çıkarma yapamazsınız. Ancak teorilere kanıtlar ışığında ekleme çıkarma yapabilirsiniz. Evrim gibi bir bilimsel realiteyi göz önüne aldığımızda da bugün bile ekleme çıkarma yapma ihtiyacı duyuyoruz. Bu yüzden evrim bir teoridir. Ayrıca ispat konusuna gelecek olursak ispat matematikçilerin işidir. Bilim insanlarının yapabileceklerinin en iyisi, olguların aksini ispatlamakta başarısız olmaktır. Evrim içinde sık sık gündeme gelen ara geçiş formlarının olmadığı iddiası oldukça asılsızdır. Bugün çeşitli müzelerde hatta internet veri tabanı wikipedia da bile ara geçiş formları bulunmaktadır.
 teori ve kanun ile ilgili görsel sonucu
4-Darwin’in Katkıları
 Evrim aslında Antik Yunan’dan bu yana üzerinde akıl yürütülen bir konudur. Hatta sudan karaya geçiş fikri dahi aynı dönemin filozoflarının eseridir. Evrim gerçekliğinin iki önemli kurucusu vardır: Darwin ve Wallace. Darwin 1859’da Türlerin Kökeni kitabında iki önemli tez ileri sürmüştür. Bunlardan ilki soyu tükenmiş ya da yaşayan bütün türlerin birkaç orijinal hayat formunun soyundan geldiği (örneğin insan ve şempanze genlerinin yüzde 99’u ortaktır ki ortak atamız 6 milyon yıl öncesine kadar dayanır) tezidir ki tüm canlı organizmalara bakıldığında genetik kodda çok az farklılık görülmektedir ve bu da Yerküre ’deki tüm yaşamın ortak bir ataya dayandığına işaret eder. İkincisi de popülasyonda meydana gelen bir varyasyonun onu taşıyan birey için yarar sağlaması durumunda, söz konusu bireylerin hayat mücadelesinde daha avantajlı korunma şansını elde edeceklerini ve bu bireylerin meydana getireceği yeni nesillerin de diğer bireylere göre daha avantajlı olduğu tezidir biz buna doğal seleksiyon ya da doğal seçilim diyoruz. Darwin’in evrim çalışmasına en önemli katkısı, doğal seleksiyonu popülasyonun farklılaşmasına ve sonunda farklı türlere ayrışmasına neden olan bir mekanizma olarak tanımlamasıdır.
dna ile ilgili görsel sonucu

5- Bir Doğa Harikası ve Evrimin En Temel Mekanizması: Doğal Seçilim
Evrim doğal seçilim yoluyla işler ve doğal seçilim de en uygun olanın ayrışarak hayatta kalması anlamına gelir. Seçilim temel birimi kalıtımın temel birimi olan genlerdir. Genler protein sentezini kontrol ederek çalışırlar ve yararlılıklarına göre seçilirler. Bu yüzden bir genin nihai amacı gelecek nesillere aktarım yapıp hayatta kalmaktır. Genlerin aktarımı bir nevi bayrak yarışına benzetilebilir. Tekrar doğal seçilime dönecek olursak doğal seçilim asla durmaz ve geleceği de ön görmemektedir sadece doğal şartlar altında olumlu olan varyantlar biriktirir. Başlıca rollerinden biri de bireylerin proteinlerinin ve diğer enzimlerinin iyi çalışmasını sağlamaktır.
    Popülasyon bileşiminde değişim mutasyon, doğal seçilim ve genetik sürüklenme sürecinin etkileridir. Ancak doğal seçilim zararlı mutasyonları en kısa zamanda cezalandırıp gelecek nesillere aktarılmasına engel olur bu yüzden doğal seçilim bir doğa harikasıdır. Popülasyon bileşimindeki değişimde genetik sürüklenmeden bahsetmiştim; genetik sürüklenme, seçilimin olmaması durumunda yeni popülasyonun genlerinin, ebeveyn popülasyonun genlerinin rastgele bir örneklemesinin olmasıdır.
 doğal seçilim ile ilgili görsel sonucu
6- İnsanın Doğaya Müdahalesi: Doğal Seçilime Karşı Yapay Seçilim
  Yapay seçilim istenen özellikleri taşıyan hayvan ve bitkilerle yapılan seçici üretimdir. Yapay seçilimin başarılı olabilmesinin sebebi, popülasyonlar ve türler içindeki kalıtımsal varyasyon görülmesidir. Yapay seçilimin en güzel örneği de köpeklerdir. Köpeklerin ortak atası kurtlardır. Tüm köpek soyları da değişikliğe uğramış kurtlardır. İnsanlar vasıtasıyla ve yapay seçilim yoluyla günümüzde çok farklı boyuta ve görünüşlere ayrılmışlardır. Yapay seçilime örnek olarak lahanayı da verebiliriz.
 köpekler ile ilgili görsel sonucu
7- Homo sapiens ve Algoritma
   Homo sapiens zeki insan demektir. Bugün yaşayan insan türü sapiens, cinsi Homo ve oymağı da Hominin’dir. Bizim geçmişimiz bugün bilinen kanıtlarla yaklaşık 300 bin yıldır. Ancak bilinen tek Homo cinsi biz değiliz. Homo erectus, Homo habilis, Neandertal gibi cinsler de vardır.
   Doğal seçilim tutku ve tiksinmeyi, üreme şanslarını hızla değerlendiren algoritmalar geliştirmiştir. Yani tutku ve tiksinme üreme için temel bir mekanizma olarak işler. İnsan da bir algoritmadır. Yalnızca ihtimalleri doğru hesaplayabilen hayvanlar gelecek nesillere genlerini aktarabilirler. İnsanda sol beyin algoritmalar üretir bu yüzden de genlerimizi gelecek nesillere aktarma konusunda oldukça başarılıyız.

8- İnsan ve Maymun
  Richard Dawkins’in de dediği gibi ‘’tarih inkârcıları’’nın sık sık insan maymundan geldiyse şimdiki maymunlar neden insan olmuyor gibi hiçbir altyapıya dayanmayan ve öylesine ileri sürülmüş boş fikirleri vardır. Darwin insanların maymunlardan geldiğini iddia etmemektedir. İnsan ve maymunların ortak bir atası vardır ve bu yaklaşık 6 milyon yıl öncesine kadar gider. Zaten daha önce de söylediğim gibi kuzenlerimiz olan şempanzelerle yüzde 99 gen ortaklığımız vardır. Bir başka ortaklık da Darwin’in İnsanın Türeyişi kitabında söylediği gibi maymunların da bulaşmayan hastalıkların birçoğuna yakalanmaya bizim gibi doğuştan yetenekli olduklarıdır.

9- Evrimin Kanıtları
  Doğaya baktığımızda (ön yargılı olmayan gözlerle) bile evrimin birçok kanıtını görebiliriz. Ancak size birkaç spesifik örnek vermek istiyorum. İnsanda maymunlardaki kadar belirgin olmasa da tüyler bulunur. Tüylerin doğada canlıyı olduğundan büyük gösterip saldırıda göz korkutma gibi bir işlevi vardır. Ancak bizim günümüzde böyle bir ihtiyacımız kalmamıştır. Çünkü bizler büyük şehirlerimizde son teknolojili alarm ve kamera sistemlerimizle güvenlik içinde yaşıyoruz. Tüylerimiz uzun zaman önce ölmüş atalarımızda işe yarayan bir şeylerin işlevsiz kalıntılarıdır.
  Bir diğer örnek ise körelmiş gözlerdir. Karanlık ortamlarda yaşayan hayvanlarda (troglobit) artık ihtiyaç duyulmayan ‘’körelmiş’’ gözler bulunur. Çünkü böyle hayvanların daha güçlü farklı duyu organlarına ihtiyaçları bulunur.
  Birçok evrim kanıtı arasında ara geçiş formları vardır. Bir biyolog olmadığım için bunlara değinmem gereksiz olacaktır ancak isteyenler için Archaeopteryx, Odontochelys semitestacea, Tiktaalik Rosae örneklerini verebilirim.
 Archaeopteryx ile ilgili görsel sonucu Odontochelys semitestacea ile ilgili görsel sonucu
10- Devam Eden Evrim
  Değişen dünyada evrim her zaman devam etmektedir ve devam da edecektir. Çünkü entropi hep vardır. Canlılar da bu düzenden düzensizliğe çevreden yakaladıkları enerji ile varyasyonel değişim meydana getirerek direnirler. Richard Dawkins genler için bencildirler der çünkü tek amacı kendini ilerleyen zamanlarda devam ettirmektir. Bunun da tek yolu çevreye maksimum uyumdur. Umarım aklınızdaki soru işaretlerine cevap olabilecek bir yazı olmuştur, bilimin ışığı ile kalmanız dileğiyle…



Kaynakça:
Bahçeci,Z.(2015) Evrim. Ankara:Anı
Charlesworth, B., D. (2006) Evrim. Sinem Gül (Çev.) Dost Kitabevi
Dawkins, R. (2014) Gen Bencildir. Tunç Tuncay Bilgin (Çev.) İstanbul:Kuzey Yayınları
Dawkins, R. (2014) Yeryüzündeki En Büyük Gösteri. Polat Uygar ve Tunç Tuncay Bilgin (Çev.Edt.)  İstanbul:Kuzey Yayınları
Darwin, C. (1978) İnsanın Türeyişi. Önder Ünalan (Çev.) Onur Yayınları
Harari, Y.N.(2016) Hayvanlardan Tanrılara-Sapiens. Ertuğrul Genç (Çev.) Kolektif Kitap
Harari, Y.N.(2016) Homo Deus. Poyzan Nur Taneli (Çev.) Kolektif Kitap
Wood, B. (2015) İnsan Evrimi. Nursu Örge (Çev.) Dost Kitabevi

15 Ağustos 2017 Salı

   
Ruhbilimde bir inceleme: Nevroz

   Nevroz psikoloji ile alakalı hemen her kitapta karşımıza çıkan bir terimdir. Kaynaklara baktığımızda bazı yerlerde psikonevroz olarak karşımıza çıkan terim de yine nevrozla eş anlamlıdır. Bu terim aslında sözcük anlamı açısından bakıldığında bir anlamı yoktur. Özellikle 19.yy başlarında  nevroz terimi bedendeki sinirlerin organik ya da işlevsel hastalığını karşısında kullanılırdı. Ancak zamanla terimsel kullanımında farklılaşmalar meydana geldi aynı yüzyılda özellikle Janet, Breur ve Freud nevroz anlayışına büyük katkılarda bulundular. Aslında nevroz terimi uzunca bir süre kişinin organik bir anormalliği olmaksızın mutsuz ve depresif bir ruh hali içinde bulunduğunu belirtmek için kullanıldı. Ancak günümüzde nevroz terimi psikiyatride çok fazla kullanılmamaktadır.
 
   Nevrozun genel bir tanımını yapacak olursak: Sinir sisteminde organik bir bozukluk olmaksızın, çevresel stresler ve şuuraltındaki çözüme kavuşmamış his, dürtü ve düşüncelerin yarattığı, kişinin kendi dışındaki dünya hakkında sebepsiz yere şiddetli korkulara kapılmasına, olmadık fikirlere saplanmasına, başka insanlarla ilişkilerinde huzursuzlaşmasına ve çoğu kez vücudunda çeşitli hastalıkların bulunduğu duygusuna kapılmasına yol açan psikoza oranla daha hafif ruhsal bozukluk olduğunu söyleyebiliriz. Bu tanımda önemli olan psikozdan farklı olmasıdır çünkü Nevrotik bireylerin gerçeklikle bağları devam etmektedir ancak psikozda birey gerçeklikle bağını koparır.
 
   Nevroz pek çok farklı kuramda incelenmiştir. Örneğin psikanalitik yaklaşım açısından bakacak olursak belirli savunma mekanizmaları ile belli nevrozlar arasında ilişki olduğu düşünülmektedir. Sözgelimi takıntı nevrozunda birey yalıtma ve yapıp bozma mekanizmalarını sıkça kullanır. Savunma mekanizmaları nevrozlar için temel oluşturmaktadır. Ayrıca psikanalitik kurama göre nevrozlarda temel patoloji bunaltıdır. Bunaltının belirtilerinde birey 2 şekilde davranır ya bu belirtileri yaşar ya da bastırır. Bastırılırsa özel savunma düzeneklerinden oluşan belirtilere geçilir.
 
   Bireysel psikolojide de nevroz terimine önemli yer ayrıldığını söyleyebiliriz. Adler’e göre nevroz patolojik bir ihtiraslı çabanın saklama manevrası şeklinde ortaya çıkar. Hastalık belirtileri sadece bir kabuk gibidir hasta bunun altına saklanır. Adler pek çok farklı nevroz çeşidi tanımlamıştır. Bunlar arasında zorlanma ve kaygı nevrozu bulunmaktadır. Adler’e göre zorlanma nevrozu tüm nevrozların prototipidir. Bu nevroz gerçek olaylar karşısında oluşur.

   Analitik psikolojide ise Jung nevrozu bir tedirginlik hali olarak ele alır. Jung’a göre Nevrotik birey dışsal gerçeklikten bağımsız olarak kendi kendine acı çekmektedir. Bu durum ruhsal boyutun yanında çeşitli sağlık problemlerine de yol açabilmektedir.


KAYNAKÇA
Adler,A. (2011) Psikolojik Aktivite. Belkıs Çorakçı (Çev.) İstanbul:Say
Aydoğan,A. (2015) Kusursuzluk Çabası-Yetersizlik Duygusu. İstanbul:Say
Freud,A. (2015) Ben ve Savunma Mekanizmaları. Yeşim Erim (Çev.) İstanbul:Metis
Fordham, F. (2001) Jung Psikolojisinin Ana Hatları. Aslan Yalçıner (Çev.) İstanbul: Say
Gerrig, R.J, Zimbardo P.G. (2016) Psikolojiye Giriş Psikoloji ve Yaşam. Gamze Sart (Çev.Edt.) Ankara: Nobel
Öztürk, O., Uluşahin,A. (2011) Ruh Sağlığı ve Bozuklukları. Ankara:Nobel



6 Ağustos 2017 Pazar

KALITIMIN TEMELİ VE GEN
Tüm organizmalarda kalıtımın temeli aynıdır. Bunu da gen dediğimiz yapılar sağlar. Gen, genetik kodun 4 kimyasal harfinin (adenin,guanin,sitozin,timin) dizilişinden oluşur. Temelde, her hücrenin kromozomlarında taşınan DNA kesitleridir. Kalıtımın temelinin aynı olma sebebi de tüm canlıların (virüsler hariç) bedenlerinin temelini hücrelerin oluşturmasıdır genler de hücrelerin kromozomları ile taşınır. Kromozom da temelde yüzlerce ya da binlerce geni kodlayan tek birçok uzun DNA molekülüdür. Genler protein sentezinin kontrol ederek çalışırlar ve yararlılıklarına göre seçilirler. Proteinler ise belirli kimyasal reaksiyonları katalize eden enzimler olarak iş görürler. Bugün canlılar arasındaki akrabalık derecesi proteinleri yapıtaşı olan aminoasit sekansları vasıtası ile bilinmektedir. Ayrıca bir türün herhangi 2 üyesi genellikle genlerinin yüzde 90ından fazlasını paylaşırlar. Genlerin bunun yanında önemli bir özelliği daha vardır. Darwin'in öne sürdüğü önemli tezlerden biri de doğal seçilimdir. Doğal seçilim popülasyonda meydana gelen bir varyasyonun yarar sağlaması durumunda (doğada hayatta kalmak için) bu varyasyonun gelecek nesillerde de devam edeceğini ve bu nesillerin diğerlerine göre daha avantajlı hale geleceğini ön görmektedir. İşte bu noktada genler tekrar karşımıza çıkarlar çünkü seçilimin de temel birimi kalıtım birimi olan genlerdir.

4 Ağustos 2017 Cuma

FARKLI BİR BEYİN YAPISI: PSİKOPATLAR
    
  Günümüzde birçok kişi psikopatoloji ile ilgili bilgisi olsun ya da olmasın suç işleyen, sosyal normların dışına çıkan kişiler için psikopat kelimesini kullanmaktadır. Peki, aslında biz kimlere psikopat (antisosyal kişilik bozukluğu) diyoruz, bunun tanı kriterleri nelerdir, bu davranışlar neden kaynaklanır bu yazımda bunları anlatacağım.

  Antisosyal kişilik bozukluğu olan bir birey:
-Yasalara uymaz,
-Sık sık yalan söyleyip çıkar ya da zevk için başkalarını kandırır, dolandırır,
-Dürtüseldir (davranışlarının sonucunu düşünmez ve davranışlarını kontrol etmekte zorlanır),
-Saldırganlık davranışı gösterebilir,
-Kendisinin veya bir başkasının güvenliğini umursamadan hareket eder,
-Üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmez,
-En belirgin özelliklerinden biri de vicdan azabı çekmemesidir.
     
  Bir bireye antisosyal kişilik bozukluğu tanısının konabilmesi için en az 18 yaşında olmalıdır. Yukarıda saydığım tanı kriterleri bireye antisosyal kişilik bozukluğu tanısı koymak için gereklidir.
      
  Antisosyal kişilik bozukluğu olan bireylerin beyin yapılarında farklılık olduğu bulunmuştur. Bu farklılıkları incelemek için beyin yapısından bahsedeceğim. Beyin yarım küreleri parietal, oksipital, temporal ve frontal lob olmak üzere dört loba ayrılır. Bizim için burada önemli olan özellikle frontal lobdur. Frontal lob evrimin tamamlanmadığı tek bölgedir ve kişiliğimizin önemli bir kısmı bu lobda yer alır. Frontal lobun başlıca görevleri; belirli vücut bölgelerinin hareketinin istemli kontrolünden, (sol frontal bölgedeki Broca alanı ile) konuşmayı sağlayan hareket planlamalarından, (ön tarafta bulunan prefrontal korteks ile) karmaşık davranış planlamalarından ve duygusal olaylarda rol oynamaktır. Yapılan araştırmalarda psikopatların bu loblarında yıpranma olduğu tespit edilmiştir. Psikopatların davranış sorunlarının bu lobdaki yıpranma ile ilgili olduğu düşünülmektedir. Ayrıca psikopatlar kelimeleri tuhaf şekillerde bir araya getirirler. Normal insanlarda dil merkezi ağırlıkla yukarıda söylediğim Broca alanıdır yani sol tarafta bulunur ancak psikopatların dil merkezlerinin her iki yarım kürede de bulunduğuna dair deliller bulunmaktadır. Bu farklılık kelimeleri kullanmalarındaki tuhaflıkla ilişkilendirilmektedir.
    
  Frontal lobda yıpranma olduğunu söylemiştim ancak beyin yapılarındaki farklılık sadece bununla sınırlı değildir. Limbik sistem; hipokampüs, amigdala, ön talamik çekirdekler ve limbik zarını içeren duygularla ilişkili bir yapıdır. Burada bizi ilgilendiren kısım amigdaladır. Amigdala orta şakak lobun (medial temporal lob) derininde bulunan badem şekilli bir çekirdek grubudur ve duyguların kontrolünde rol oynar. Ayrıca korku tepkilerinde, duygusal anıların oluşturulması ve depolanmasında da rol oynar. Yapılan çalışmalarda amigdala lezyonlarının(hasar) hayvanlarda şiddet davranışlarına neden olan yapıları uyarırken, cinsiyet ayrıştırmasında sorun yaşadığı ve zarar verme konusunda saldırganlığını düşürdüğü ortaya çıkmıştır.
   
  Antisosyal kişilik bozukluğu olan bireylerin amigdalalarında küçülme olduğu görülmüştür. Amigdala küçülmesi sonucu olumsuz yüz ifadelerini tanıyamama durumu ortaya çıkmıştır. Bu da antisosyal kişilik bozukluğu bulunan bireylerin empati yeteneğinden yoksun olma sebebi olarak düşünülmektedir. Tanı kriterleri arasında vicdan azabı çekmediklerini söylemiştim. Bu karşıdaki kişinin yüz ifadesi ne kadar kötü olursa olsun değişmemektedir. Çünkü dediğim gibi olumsuz yüz ifadelerini tanımada zorluk çekerler.
  
  Beyin yapısı ile ilgili olarak son olarak bir enzimden bahsetmek istiyorum. MAO (monoamin oksidaz) enzimi erkeklerde şiddet davranışı ile ilgili bir enzimdir. Sinirlendiğimizde artan nörotransmiterleri yıkan enzim olarak bilinmektedir. Ancak özellikle antisosyal kişilik bozukluğu olan kişilerde bu enzimin düşük seviyede olduğu gözlemlenmiştir bu çocukluğunda kötü muamele göre bireyler için de geçerlidir.
   
  Antisosyal kişilik bozukluğu olanlarla yapılan bir çalışmada normal insanların ‘’ölüm’’, ‘’tecavüz’’ gibi kelimelere diğer kelimelerden daha hızlı tepki verdiği görülürken psikopatların beyinlerinin bu ayrımı yapamadığı görülmüştür.
      
  Antisosyal kişilik bozukluğunun kalıtımdan da çevre şartlarında da etkilendiği bilinmektedir. Bu yüzden genlerinde bu hastalık olan bireylerin sağlıklı çevre koşullarında antisosyal eğilimler göstermediği bilinirken genlerinde bu hastalık olmadığı halde travmatik yaşantılar sonucu antisosyal eğilimler gösterdiği bilinmektedir.


Kaynakça:
Barnes, J. (2014) Temel Biyolojik Psikoloji. Ahmet Altındağ (Çev.Edt.) Ankara: Nobel
Daynes, K. , Fellowes, J. (2015) Hayatımızdaki Psikopatlar. İstanbul: NTV
Gerrig, R.J, Zimbardo P.G. (2016) Psikolojiye Giriş psikoloji ve Yaşam. Gamze Sart (Çev.Edt.) Ankara: Nobel