28 Ocak 2018 Pazar

ŞİZOFRENİ NEDİR?


Şizofreni belki de halk arasında en çok merak edilen, üzerine fikir yürütülen bir psikiyatrik bozukluktur. Bu yazımda size şizofreniyi anlatmaya çalışacağım.

Şizofreni bazı kişiler tarafından kişilik bozukluğu kategorisinde sanılmaktadır ancak bu yanlıştır. Şizofreni psikoz türü bir bozukluktur. Peki nedir psikoz?

Psikoz önemli psikolojik bozukluklara verilen bir isimdir ve genelde diğer bozukluklara göre seyri daha ağırdır. Psikozlar iki genel kategori içinde incelenir: Fonksiyonel psikozlar ve organik psikozlar. Bu iki türün temel ayrımı beyin zedelenmesi ve bozukluğu olup olmadığıdır. Eğer beyin zedelenmesi veya bozukluğu varsa organik, temel sebep bu değilse fonksiyonel psikozdur ve şizofreni de bir fonksiyonel psikozdur.

Şizofreninin tanılama kriterlerini, türlerini anlatmadan önce nasıl bir bozukluk olduğunu anlatmak için kısa bir örnek hikâye vermek istiyorum:

‘’Ağaçların canını mı acıtıyorum diye düşünmeye başladım ve kendimi özür dilerken buldum. Her ağaç bir kişilik kazanmaya başladı. Ağaçlardan herhangi birinin beni sevip sevmediğini merak etmeye başladım. Her bir ağaca bakarken daldım ve dalların etrafından dolaşan ve içeriden gelen yumuşak bir ışıkla aydınlandığını fark etmeye başladım. Ve aniden inanılmaz derecede buruşuk ve parıldayan bir yüz ortaya çıktı. Son derece uzaktaki küçük bir nokta gibi başlasa da gittikçe daha da ileri çıktı ve son derece büyük bir hal aldı. Başka hiçbir şey göremiyordum. Kalbim durmuştu. O an tüm zamanlara yayıldı. Yüzün benden uzaklaşmasını sağlamaya çalıştım ancak o benimle dalga geçmeye çalıştı. Gözlerine bakmaya çalıştım ve bildiğim her şeyi bir tarafa bırakmış olduğumu anladım.’’

şizofreni ile ilgili görsel sonucuBu örnek şizofreninin iç dünyasını anlamak açısından oldukça önemlidir. Ayrıca Sana Gül Bahçesi Vadetmedim kitabını da öneririm.





Tanı Kriterleri

Dsm’nin en güncel versiyonu olan Dsm-5’e göre şizofreninin tanı kriterleri şunlardır:

1-      Sanrılar.
2-      Varsanılar.
3-      Darmadağın konuşma (örn sık sık bir konudan sapma gösterme ya da anlaşılmaz konuşma.)
4-      İleri derecede dağınık davranış ya da katatoni davranışı (bedenin bir pozisyonda donup kalması.).
5-      Silik (negatif) belirtiler (duygusal katılımda azalma ya da kalkışamama).

-Bu bozukluğun başlangıcından beri geçen zamanın önemli bir kesiminde, iş, kişiler arası ilişkiler ya da kendine bakım gibi, bir ya da birden çok ana alanda işlevsellik düzeyi, bu bozukluğun başlangıcından önce erişilen düzeyin belirgin olarak altındadır (ya da çocuklukta ya da ergenlikte başlamışsa, kişilerarası, okulda ya da işle ilgili işlevsellik, erişilmesi beklenen düzeye erişemez.)

-Bu bozukluğun süregiden bulguları en az altı ay sürer. Ve tanı kriterlerinden en az birinin (1), (2) ya da (3) olması gerekir.
Şizofreni belirtileri pozitif (artı) ve negatif (eksi) olmak üzere iki türlüdür. Artı belirtiler normalin dışında fazlalık, aşırılık ve sapmalar olarak ortaya çıkan belirtilerdir (sanrılar, varsanılar, düşünce ve davranışlarda dağınıklık belirtileri ve dikkat bozukluğu). Eksi belirtiler ise normal işlevlerde azalma, eksiklik ya da yokluk belirtileridir (duygusal tepkilerde azalma, düşünce ve konuşmada fakirleşme, istemli eylen azalması, toplumdan çekilme). Şizofreninin aktif döneminde artı belirtiler, depreşmelerin yatıştığı fakat bozukluğun süreğenleştiği hastalarda eksi belirtiler fazladır.

şizofreni ile ilgili görsel sonucuŞizofrenide diğer belirtiler şu şekildedir:

1-      Genel Görünüm ve Davranış: Hastaların çoğunda belirgin vurdumduymazlık, ilgisizlik, donukluk ve çekingen görünüm vardır. Öz bakım becerilerindeki gerilemeden dolayı hasta kirli görünebilir ya da kokabilir.

2-      Konuşma ve İlişki Kurma: Ses tonu tekdüze olabilir, duygularını belli etmeyebilir, hastanın düşünce içeriğindeki bozukluklar konuşmasını yansır. Hastanın başka bir dünyada olduğunu konuşmalarından anlayabiliriz. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta şizofreni hastalarının konuşurken çoğu kez düzgün, anlamlı konuştuklarıdır.

3-      Duygulanım: Şizofrenide klasik olarak bir duygu azalmasından ya da küntlüğünden söz edilir. Ancak belirtiler tümden duygusuz oldukları, acı çekmedikleri anlamına gelmez. Özellikle başlangıç döneminde aşırı bunaltı görülür.

4-      Bilişsel Yetiler: Şizofrenide bilinç ve yönelim genellikle yerindedir. Ancak önemli algı bozuklukları olmaktadır, dikkat çabuk dağılır ve varsanılar (halüsinasyon) bulunmaktadır. Son yapılan araştırmalarda özellikle 65 yaşından daha genç olan şizofren hastalarda bilişsel belirtilerin zaman içerisinde kötüleşmediği, aynı düzeyde seyrettiği görülmüştür. Şizofreni hastalarının %75’înde belirgin bilişsel işlev bozukluğu görülür.

5-      Düşünce: Düşüncenin hızında, amacına uygunluğunda, çağrışımların düzeninde bozukluklar görülebilir. Düşüncenin içeriğinde fakirleşme görülebilir. Düşünce yer, zaman, nedensellik kavramlarını tanımayabilir. Hastanın düşüncesi çok dağılmış, parçalanmış görüldüğü zamanlarda bile bu düşünce tümüyle tamamen saçma, anlaşılmaz, parçalanmış değildir. Dikkatli izlenirse, ilgilenirse çoğu kez şizofrenisi olan hastanın dağınık düşünce ve davranışlarında anlamlı bağlantılar bulunabilir.

6-      Hareket: Genel davranış ve harekette en sık ve önemli belirti ağır ilgisizlik, istekli eylemin azlığı ve toplumdan çekilmedir. Bunun yanında garip yüz, göz devinimleri, kalıplaşmış yineleyici el, kol, beden devinimleri, hastanede koridor arşınlama, ikide bir kapıya, pencereye gidip gelme, sık sık elini yüzüne götürme, saçını tutma gibi tike benzer devinimler olabilir.

7-      Bedensel ve Fizyolojik Belirtiler: Şizofrenide uykusuzluk sıklıkla bulunmakla birlikte, hastalar bu konuda pek yakınmazlar. Cinsel isteksizlik ve güçsüzlük sık görülen bir belirtidir. Bazen de cinsel eylemlerde artış olabilir.









Şizofreni Türleri

A-    Paranoid Tip: Bu tipte bireyler belirli temalar üzerine yoğunlaşan kompleks ve sistemli sanrılar yaşamaktadırlar. Bireyler kendilerinin gözetlendiklerini, kendilerine karşı komplo düzenleneceğini düşünebilirler (kötülük görme sanrısı). Ya da bireyler peygamber, devlet başkanı, ünlü bir bilim insanı olduklarını düşünebilirler (büyüklük sanrısı). Bunun yanında eşlerinin kendilerine karşı sadakatsiz oldukları kuruntusu içine girebilirler ancak bunun gerçek bir dayanağı olmaz hasta bunu kendisi uydurur (aşırı kıskançlık sendromu). Bu hastalar sıklıkla rahatsızlığı kabul etmeyip gizlemeye çalışırlar.
B-    Hebefrenik (dağınık, disorganize) Tip: Kişi tutarsız düşünme kalıpları ve oldukça tuhaf ve düzensiz davranışlar sergiler. Kişilikte dağılma ve yıkım hızlıdır. Davranışlar ilkel ve çocuksudur. Hasta kendi dünyasında yaşar. Temel bakım becerileri iyi olmadığı için hastaneye kaldırılmazlarsa çok yaşayamazlar. Gidiş özellikleri bakımdan en ağır türdür.
C-    Katatonik Tip: Ana özellik motor aktivitelerindeki bozulmadır. Bu kişiler şuursuzca donakalmış gibi gözükürler. Bazen de atak, aşırı hareketli duruma geçebilir. Bu tipin bir özelliği de aşırı derecede olumsuzculuk, yani bütün direktiflere karşı sebepsizce sergilenen direniştir.
D-    Ayrışmamış Tip: Bu tipte şizofreni kriterleri karşılanır ancak herhangi bir tipin tanısı koyulacak biçimde ayrışmamıştır.
E-    Artakalan Tip: Artakalan tip tanısı konulan bireyler genellikle geçmişte majör şizofreni nöbeti geçirmiş olup şu anda halüsinasyon ve sanrı gibi pozitif semptomlardan kurtulmuş durumdadırlar. Bozukluğun devam ettiğini düz duygu gibi minör negatif semptomlar veya pozitif semptomlar göstermektedir. Artakalan tipi olduğuna dair konulan tanı kişinin hastalığının düzelme aşamasına girdiğini veya etkisini kaybettiğini gösterebilir.
F-     Kalıntı Şizofreni: Bir ya da birkaç şizofrenik depreşmeden sonra daha çok eksi belirtilerin baskın olduğu süreğen şizofrenik bozukluktur. Bir bakıma hastalık bir karakter yapısına, yaşam biçimine dönüşmüştür.
G-   Basit Şizofreni: Bu şizofreni türünde belirli ölçütler olmadığı için DSM’de bulunmaz ancak ICD’de bulunmaktadır. Basit şizofreni sinsi ve yavaş ilerleyen, ilerleyici olan ve daha çok eksi belirtilerin baskın olduğu bir şizofreni türüdür. Genellikle sanrılar, varsanılar, hareket bozuklukları görülmez.

Şizofrenide Başlangıç
Genellikle 15-40 yaş sınırları arasında, çoğunlukla 18-25 yaşları arasında her çeşit psikolojik zorlanmayla başlayabilir. Tipik bir başlangıç biçimi yoktur. Başlangıç belirtileri de kişiden kişiye farklılık gösterebilmektedir.

Şizofreni ile ilgili görsel sonucuRisk Faktörleri
·         Hastalığın erken yaşta başlaması,
·         Hastalık öncesinde kişinin Şizoid ya da Şizotipal oluşu,
·         Belirtilerin sinsi ve yavaş ortaya çıkması,
·         Hastaneye yatma sayısının çok, yatma sürelerinin uzun, iyileşme durumlarının kısa olması,
·         Baskın eksi belirtiler ile düşünce ve davranışlarda dağınıklık belirtilerinin olması,
·         Ailede şizofreniye kalıtımsal yüklülüğün yüksek olması,
·         Aile ve toplum yapısının bozuk, baskın olması ya da ailenin ve çevrenin hastadan beklentilerinin yüksek ve aşırı baskılı olması.
Şizofreni görülme sıklığı toplum genelinde %1’in altında iken tek ebeveyni şizofreni olan çocuklarda %10’un üstünde, iki ebeveyni de şizofreni olan çocuklarda ise %40’ın üstündedir. Birinci derecede akrabalarda ise risk %5 civarındadır.

Oluş Nedenleri
Şizofreninin oluş nedenleri henüz kesin olarak aydınlatılamamıştır. 20-30 yıldan beri şizofreni, giderek artan bir yaygınlıkta, beynin bir gelişim bozukluğu olarak kabul edilmektedir. Şizofreni ile ilgili araştırmalarda önemli bir sorun da oluş nedeni olarak bildirilen etkenlerin gerçekten neden mi, yoksa hastalığın gidişi sırasında ortaya çıkan durumlar mı olduğu sorunudur. Bugüne dek bildirilen birçok biyokimyasal bulgunun etiyolojik neden olmaktan çok sonuç olabileceği görülmüştür. Şimdi belli başlı oluş nedenlerine bir bakalım.

Kalıtım:
Şizofrenide akrabalık ne kadar yakınsa ve hasta akraba sayısı ne kadar fazla ise risk de o kadar fazladır. Yakın akrabalar arasındaki hastalanma riski normal nüfustaki riskten 7-10 kat daha yüksektir. Bir hastanın birinci derece akrabalarında ortalama şizofreni riski %8-10’dur. Kısacası bir risk faktörü olarak kalıtımın yeri kesinleşmiştir.

Beyin Yapısal ve İşlevsel Bozuklukları:
Yapılan çalışmalar sonucu şizofreninin beyinde bazı farklılıklara yol açtığı görülmüştür. Bunlardan bazıları şöyledir:
1-      Amigdala, hipokampus, parahipokampal girus dahil orta temporal lob oylumunda azalma,
2-      Üst temporal girus oylumunda azalma,
3-      Ön ve temporal loblarda ölçülebilir derecede incelme,
4-      Gri maddede azalış,
5-      Prefrontal bölgede dendrik kütlede azalma,
6-      Talamusun belirli bölgelerinde nöron sayılarında gerileme,
7-      Beynin frontal alanlarında azalmış metabolik aktivite (bu negatif belirtileri açıklamak için önemli bir katkı sağlamıştır çünkü prefrontal alandaki lezyonlar kişilerde sosyal çekilme ve bilişsel bozulmaya sebep olmaktadır.9
Beyin yapısına değinmişken bazı sinirbilim hipotezlerinden bahsetmek istiyorum:
A-    Dopamin Hipotezi: Dopamin hipotezi şizofrenide en çok kabul gören hipotezlerden biridir ve dopamin iletimindeki aşırı etkinlik sürecinin bozukluğunun gelişmesinden sorumlu olduğu öne sürülmektedir. Mezolimbik sistemdeki dopamin etkinliğindeki artış şizofrenide belirleyicidir. Şizofreni hastalarının beyinlerindeki dopamin artışı önemsiz düşünce algılara olduğundan daha fazla anlam yüklenmesiyle sonuçlanmaktadır.
Şizofreni ile ilgili görsel sonucuB-    NMDA ve Glutamat Hipotezi: Bu teoride NMDA reseptörünün daha az aktif veya düşük işlevsellikte olduğunu ve bu durumun şizofrenide görülen negatif belirtiler ve bilişsel bozulmalarda artışla sonuçlandığını öne sürmektedir.


Diyatez-Stres Hipotezi:
Bu hipoteze göre, kalıtsal faktörler bireyi tehlikeye atar, fakat potansiyel riskin şizofrenik bir bozukluk olarak gösterilmesi için çevresel stres faktörlerinin etkisinin olması gerekmektedir. Örneğin, araştırmalar kentsel ortamlarda yaşayan kişilerin, büyük ekonomik zorluklar yaşayan bireylerin ve bir ülkeden başka birine göç eden kişilerin daha büyük oranlarda şizofreni yaşadıklarını ortaya koymaktadır.

TEDAVİ
Tedavide konusunda farklı düşünceler bulunmaktadır. Organik ve genetik etiyolojiyi daha çok benimseyenler öncelikle ilaçlara ve somatik tedavi araçlarına önem verirken psikososyal etkenlere ve dinamik psikiyatriye yatkın görüşlü kişiler ise ilaçlara olduğu kadar ruhsal tedaviye ve rehabilitasyona ağırlık verirler. Yeni kuşak antipsikotik ilaçlar her ne kadar piyasaya bilişsel belirtileri de düzeltme iddiasıyla çıkmış olsalar da klinik pratikte tablo bilişsel belirtileri iyileştirmeden ziyade eski kuşak antipsikotik ilaçlar kadar kötüleştirmemeleri şeklinde izlenmektedir. Bilişsel belirtilerin yarattığı işlevsellik kaybının büyüklüğü nedeni ile şizofrenide dikkat sorunları için nikotinik tedaviler, bellek sorunları için tandospiron, genel bilişsel iyileşme için NMDA reseptör agonistleri ve donepezil kullanımı denenmektedir.
TEDAVİDE TEMEL İLKELER
-Şizofreni hastasının tedavisinde temel hedef yalnızca belirtilerin yatıştırılması değil, hastalığın yıkıcı etkilerinin olabildiğince önlenip, toplumsal uyumunun olabilecek en iyi düzeyde sağlanmasıdır.
-Şizofreninin kolay ve tek bir şekilde tedavisi yoktur.
-Tedavide hasta ile iyi bir iletişimin olması önemlidir. Örneğin paranoid tip çok yakın insan ilişkilerinden hoşlanmaz. Somut anlamda hastaya çok fazla yaklaşmamak önemlidir. Şizofrenisi olan hasta çoğu zaman sırt sıvazlama, elini tutma gibi bedensel temaslardan çok tedirgin olur; bu şefkat için yapılsa da hastanın öfkelenmesine hatta saldırganlaşmasına yol açabilir.
-Hastanın kendine ya da çevresine zarar verme durumu bulunuyorsa ayakta tedavi uygun değildir.
-Akut dönem yatıştıktan sonra şizofreni hastasının tedavisine son verilmemelidir. İlaçlar, ruhsal tedavi ve rehabilitasyon yöntemleri ile hastanın yıllarca izlenmesi gerekir.
-Özellikle uzun dönemli tedavi planı yapılırken hastanın yaşam koşullarının, maddi durumunun, sosyal desteklerinin, yeti yitiminin göz önüne alınması; tedavi uyumunu arttırıcı düzenlemelerin olabildiğince hastayla birlikte yapılması önemlidir.
-Aile üyeleri ile çalışmak gerekir.
-Hastanın sürekli doktorları dolaştırılması büyük sorunlar yaratabilir. Hastanın güvendiği doktorun değiştirilmesi de yıkıcı olabilir.

KAYNAKÇA
Amerikan Psikiyatri Birliği, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Beşinci Baskı (DSM-5), Tanı Ölçütleri Başvuru Elkitabı’ndan, çev. Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2013.
Barnes, J. (2014) Temel Biyolojik Psikoloji. Ahmet Altındağ (Çev.Edt.) Ankara: Nobel

Cüceloğlu, D. (2011) İnsan ve Davranışı. İstanbul: Remzi

Gerrig, R.J, Zimbardo P.G. (2016) Psikolojiye Giriş Psikoloji ve Yaşam. Gamze Sart (Çev.Edt.) Ankara: Nobel

Öztürk, O., Uluşahin, A. (2011) Ruh Sağlığı ve Bozuklukları. Ankara: Nobel


Tanrıdağ, O. (2015) Davranış Nörolojisi. Ankara: Nobel

14 Ocak 2018 Pazar

TÜRKİYE’DE BİLİM NEDEN İLERLEMİYOR? ELEŞTİREL BİR DÜŞÜNCE ÜZERİNE


Çocuk henüz sabah mahmurluğunu üzerinden atamamıştı neden bu saatte bu sınıfta olması gerektiğini okula başlamasının üzerinden yıllar geçmesine rağmen anlamlandıramıyordu. Sabahın ilk dersiydi fen bilgisi öğretmeni dünyanın nasıl oluştuğunu anlatıyordu dedi ki:
-Çocuklar dünya güneşten koptuktan sonra soğumuş ve Yaradan bu hale getirmiştir o ne isterse o olur bizler bugün burada yaşayabildiğimiz için şükretmeliyiz.
Çocuğun gözü bir ara önünde açık duran fen bilgisi kitabındaki insanın ortaya çıkma süreci ile ilgili bir tabloya takıldı. Tabloda insanlar giyinik ve şu an etrafında gördüğü insanlara çok benzer tasvir edilmişlerdi. Meraktan içi içini kemiriyordu ve korkarak parmağını kaldırdı:
-Öğretmenim ilk insan nasıl ortaya çıktı?
sınıf ile ilgili görsel sonucuÖğretmen soru karşısında öfkelenmişti ancak belli etmemeye çalıştı:
-Hepimiz Âdem ve Havva’dan geldik demekle yetindi çocuğun yüzüne de bakmamıştı.
Ancak çocuğun içinde cevap almayı bekleyen şeyler durmamıştı:
-Öğretmenim Âdem ve Havva nereden geldi peki?
Bu kez öğretmenin sabrı taşmıştı:
-Haşa yaradanı mı sorguluyorsun otur yerine senin dilin çok uzadı bu ders bir daha konuşmayacaksın!
Çocuk gözlerini hocadan kaçırarak önündeki kitabı karalamaya devam etti, zilin çalmasına 10 dakika vardı….

Yukarıdaki hikâye yazıyı yazmaya oturduktan 5 dakika içerisinde şekillendi. Bu hikâye maalesef günümüzdeki eğitim sisteminin merakı nasıl törpülediğini anlatmaya yeterlidir sanırım. Bu yazımda bilimin ilerlemesini ve Türkiye’de neden ilerlemediğini anlatmaya çalışacağım.

Temel Unsur Merak

giordano bruno heykeli ile ilgili görsel sonucuBilimin gelişip ilerlemesinde temel unsur meraktır. Eğer bilimsel bir merak varsa Darwin gibi 5 yıl denizlerde yolculuk edebilir, Newton gibi çiftlikte 2 yıl kendi başınıza çalışabilir ya da Bruno gibi ölüme gidinceye kadar bilimi anlatmaya çalışabilirsiniz.

Bugün bilime değer verilen ülkelerde eğitim sistemi okulda veya dışarıda bilimsel merakı teşvik etmektedir. Ülkemizde ise maalesef bilim diye öğretilen şeyler çağın en az 100 yıl gerisinde, meraklı çocuklar ise genellikle müdür yardımcılarının odalarında azarlanmaktadırlar. Burada toplumsal bir unsur daha bulunmaktadır. Örneğin tam çevresini keşfetmeye meraklı çocuklar aileler tarafından durdurulmakta, sordukları sorular cevapsız bırakılmakta hatta bu sorular yüzünden korkutulmaktadırlar. Ayrıca dilimizde merakla ilgili pek de hoş olmayan atasözlerimiz mevcuttur.


Burada aslında anlatmak istediğim bir şey daha var. Neyi merak ettiğiniz önemli. Evrenin derinliklerindeki kuantum paradigmasını da merak edebilirsiniz, ünlülerin düğününe kimlerin geldiğini de…

Yeri gelmişken başka bir konuya daha değinmek istiyorum. Katıldığım bir Tübitak toplantısında Milli Eğitimden gelen hocaların çoğunun merak ettiği tek bir konu vardı: ‘’Bilimsel Proje’’ yaparsak ne kadar ek ders ücreti alacağız? Bilimde para bir dışsal motivasyon kaynağıdır ayrıca tek amaç para kazanmaksa oradan bilim adına bir şey çıkmaz. Bilimsel motivasyonu merak unsuru sağlar, ek ders ücreti değil zaten böyle bir düşünceden de bilim yapmasını beklemek hayaldir.

Eleştirel Düşünme ve Yaratıcılık

Bilimin en büyük özelliklerinden birisi de bilimle uğraşan kişiye hayal kurma imkânı sağlamasıdır. Bu yaratıcı düşünme becerisini de geliştirir. Ancak günümüz ezberci eğitim sistemi yaratıcılığa fırsat vermez. Beynin sol yarıküresi algoritmalar üretir yani çoktan seçmeli testler daha çok sol yarıküreye hitap eder. Beynin sağ yarıküresi ise yaratıcıdır, yeni şeyler denemekten hoşlanır. Ancak günümüz eğitiminde sağ beynin bu işlevine pek gerek duyulmamaktadır çünkü 5 yaşındaki çocuklara kodlamayı öğretiyoruz reklamıyla övünen köklü eğitim kurumlarımız bulunmaktadır.

Eleştirel düşünme becerisi bilimin sorgulayıcı yönü açısından çok önem arz eder. Bunun temelleri felsefeden gelmektedir. Okullarda felsefe en çok sevilmeyen, en az önemsenen ders haline geldiyse; eleştirel düşüncenin gelişmesini beklemek, elinizde dışardan aldığınız teknoloji dışında hiçbir teknoloji yokken bor çıkarıp zengin olmanın hayalini kurmak gibidir.

Üniversiteler

Her ne kadar modern bilim akademinin dışında doğmuş olsa da günümüzde bilimi genelde üniversiteler şekillendirmektedir. Üniversite, Latince ‘’universitas’’ kelimesinden gelir. Bu, kamuya açık olmayan bilgi ve tartışmaların öğretilmesi ve öğrenilmesi amacıyla bir araya gelen hoca ve talebelerin oluşturduğu korporasyonlara verilen bir isimdi.

Ülkemizde 4 yıllık diploması olsun diye binlerce genç istemediği bölümlerde okunmaya zorlanmaktadır. Başka bir açıdan yaklaşırsak ortalama bir üniversite öğrencisinin üniversite hayatı şu şekildedir:
-Sadece sınav haftası ders çalışmak,
-İlk ders devamsızlık hakkımız kaç diye sormak,
-Okey, kart oyunları ve yabancı diziler…

Şimdi size soruyorum Latince ’deki universitas kelimesi ile bizim üniversite tanımımız ne kadar uyuşuyor, üniversitelerde öğrenciler bilgi mi tartışıyorlar?

Ancak sadece eleştirip bir şey yapmadan da olmaz. Bruno düşünceleri doğru olduğu halde meydanda canlı canlı yakıldı, Newton’un ne demek istediği yıllar sonra anlaşıldı, Galileo kilise tarafından sürekli tehdit ediliyordu, Archimedes dairelerime basma dediği için Romalı bir asker tarafından öldürüldü. Bunun gibi yüzlerce örnek verilebilir. Bilim bilgi çağındaki karanlığın tek aydınlatıcısıdır. Yani eleştirinin yanında bol bol okumamız, araştırmamız, sorgulamamız gerekmektedir.


‘’Doğruya ya da olasılığa erişemese de bilginin peşinden koşması ve doğruyu araması bilimsel keşif için en güçlü motivasyondur.’’ Steven Gimbel

10 Ocak 2018 Çarşamba

YERYÜZÜNDEKİ EN MUHTEŞEM GÖSTERİ BAŞLIYOR: BİLİMİN DOĞUŞU


homo sapiens ile ilgili görsel sonucuEvrimsel serüveninde Homo Sapiens zaman içinde gelişen bir beyin yapısına sahip oldu. Diğer canlılara göre oldukça gelişmiş bir beyne sahip olan bu canlı zaman içerisinde üst bilişsel düşünme becerisini kazandı. Günlük yaşamda kendini hayatta tutan becerilerinin yanı sıra insan artık gökyüzünde ne olduğunu, neden yaratıldığını, doğa olaylarını merak ediyordu. Bu yazımda yeryüzündeki en muhteşem gösterinin nasıl doğduğunu anlatmaya çalışacağım.

Başlarken şunu söylemem gerekir: Helenistik dönemden önceki bilim çalışmaları bugün bildiğimiz anlamda bilim gibi değildi. Bu dönemden önce Mısır ve Mezopotamya’da daha çok pratik amaçlara yönelik gözlem ve ölçme düzeyinde etkinlikler yapılıyordu. Mısır’da Nil Nehri’nin taştığı zamanlarda tarım alanlarına zarar vermemesi adına bazı geometrik hesaplar kullanılıyordu. Diğer yandan Antik Grek’te ise gözlemden çok kuramsal düşünme ağırlıklı, varlığını doğasını anlamaya yönelik daha çok metafiziksel bir uğraştı. Tabi şunu da unutmamak lazım bütün bilimler başlangıçta gözleme dayanır.

Milet Okulu ile ilgili görsel sonucuŞimdi sizi 2600 yıl öncesine götürmek istiyorum. Anadolu’da bir liman kentine olan Milet’e gideceğiz.

O dönem doğa olaylarının sebebi olarak mitsel düşünceler ön plana çıkıyordu. Örneğin büyük depremler Poesidon’un cezalandırması olarak görülüyor ve öfkeli tanrılara hemen kurbanlar veriliyordu. Ancak dönemin büyük filozofları ve Milet Okulu’nun temsilcileri Thales ve Anaksimandros’a göre bu dini açıklamalar yeterli gelmiyordu. İki filozof da doğa olayları için daha iyi açıklamaların yapılabileceği kanaatindeydi.

Bilimin ortaya çıkışına, alternatif dünyaların, bu dünyadaki yaşam kalitemizi artırmada kifayetsiz olduğunun fark edilmesi neden olmuştur. (Şengör,2017) Depremi Poesiodon’un öfkelenmesine bağlayan insanlar kurbanlar verseler de bir sonraki depremi önleyemiyorlar veya dualar ve kurbanlar işe yaramıyor yine de Zeus’un öfkesi gemilerin batmasına neden oluyordu.



Mısır’dan Gelen Teorem ve Milet Ekolü
Thales ile ilgili görsel sonucu 
Thales gittiği Mısır’da çok basit ama muazzam bir gözlem yaptı. Mısır’da Nil sellerinden sonra kadastrocular arazi tespitlerini yenilerken bazı geometrik kurallar kullandıklarını gördü. İlk doğa filozofu olan Thales bu geometrik kuralların ispat edilebilecek ilişkilerin ifadeleri olduğunu fark etti. Thales daha sonrasında bu ispat edilebilecek ilişkileri teorem haline getirmiştir. Bunun yanında Thales astronomi ile ilgilenen ilk Yunan filozoftu. Bu yüzden astronomi bilimin yaratıcısı olarak da kabul edilir. Thales dünyanın düz olduğunu ve Arkhe olarak öne sürdüğü suyun üzerinde yüzdüğü fikrini öne sürüyordu.

anaksimandros ile ilgili görsel sonucuThales bilimsel teori olarak adlandırdığımız şeyi ilk kez tüm evrenin sudan oluştuğunu söyleyerek ortaya atmış oldu.

Şimdi diğer bir Milet’li  Anaksimandros’tan bahsetmek istiyorum. Bazı kaynaklarda Anaksimandros Thales’in öğrencisi olarak gösterilirken bazı kaynaklarda sadece diyalogları olduğu bilgisi geçer. Thales dünyanın suyun üzerinde yüzdüğü fikrini Anaksimandros’a söylediğinde Anaksimandros müthiş bir görüş ortaya attı. Ona göre dünya boşlukta duruyordu ve boşlukta durmaması için de bir sebep yoktu. Anaksimandros’a göre Arkhe su değil sınırsızdı. Anaksimandros dünyanın başlangıcı ile ilgilenmiş, doğa olaylarının belirli kanunlara göre olduğunu fark etmiş, sudan karaya geçiş düşüncesi ile de yaşamın evrimi konulu ilk kuramı ortaya atmıştır.

Milet okulunda bilim ile felsefe uğraşları bir arada götürülüyordu. O dönem bilim henüz felsefeden kopmamıştı. Aslında Milet Okulu tüm Antik düşüncenin merkezindeki temel soru ile hem bilimsel hem de felsefe etkinliklerini bir arada götürüyordu: ‘’Şeylerin başlangıcı nedir?’’ Tabi tek soru bu değildi bunun gibi pek çok soru ile dönemin düşünsel faaliyetleri gerçekleştiriliyordu.

Gördüğümüz gibi bilimin doğuşunda İyonya çok etkili ve başlatıcı olmuştur. Bilimin ve medeniyetin merkezi olan Avrupa eleştirel akıl yeteneğini ve bunun sonucu olan gelişmişliğini Milet Okulu filozoflarına borçludur. Tarih boyunca da Antik dönem eserlerini okuyan ve dillerine tercüme eden toplumlar bilimin merkezi olmuşlar, bilimsel faaliyetlerden uzak toplumlar karanlıkta kalmışlardır.
 Atina Okulu ile ilgili görsel sonucu
‘’Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir; ilim ve fenden başka yol gösterici aramak gaflettir, dalalettir, cehalettir.’’ Mustafa Kemal Atatürk

Kaynakça:

Gimbel, S (2017) Bilimsel yöntemin izinde. Özlem Ünlü (Çev.) Ankara: Dipnot Yayınları
Saltoğlu, R. (2018) Bilim ve felsefenin öncüleri İstanbul: Bilim ve Gelecek
Şengör, C. (2017) Bilgiyle sohbet popüler bilim yazıları. İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları

Yıldırım, C. (1995) Bilimin öncüleri Ankara: Tübitak Yayınları

3 Ocak 2018 Çarşamba

BİLİMDE DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR


Bu yazımda size maalesef bilimle uzaktan yakından alakası olmadığı halde bilimsel sanılan bilimin mitlerinden bahsedeceğim. Bu mitler halk arasında yayılmış ve kaynağı, doğruluğu sorgulanmadan kabul edilmiştir. Şimdi gelin bu mitlere bir göz atalım:

MİT: Sonu her ‘’loji’’ ile biten kelime bir bilim dalını ifade eder.

Doğrusu: Etmez. Sonu her loji ile biten bilim değildir. ‘’Loji’’ eki Yunancadan gelir ve bir çalışma alanını veya akademik bir disiplini tanımlar. Örneğin astroloji, parapsikoloji loji ile biter ama ikisi de bilim dalı değildir.

MİT: Bilimde yasa teoriden daha üstündür.

Doğrusu: Yasa ile teori arasında herhangi bir hiyerarşik ilişki bulunmaz. Bu bilim felsefesi ile alakalı bilgiden yoksun olunduğunu gösterir. Yasalar gerçek genellemelerden yeterince doğrulanmış olanlara verilen isimdir, teori ise birtakım olguları ya da olgusal ilişkileri açıklayan kavramsal bir sistemdir. Sözgelişi su sabit atmosfer basıncında 100 santigrad derecede kaynar ifadesi bir yasadır ama neden bu sıcaklıkta kaynadığını açıklamaz işte burada teoriler devreye girer.

MİT: Evrime inanmıyorum o halde evrim diye bir şey yok.

darwin ile ilgili görsel sonucu
Doğrusu: El insaf yahu. Evrim fikri Miletli Anaksimandros’tan bu yana üzerinde düşünülüp, çalışılan bir fikir aynı zamanda çok güçlü bir teori. Bilimde inanç unsuru sadece tek bir noktada vardır zaten o da bilim insanının hipotezine başlangıçta doğru olduğuna inanarak başlaması noktasıdır. Bunun dışında bilimde inanç olmaz, bilimsel realitelerde inanç unsuru da aranmaz.

MİT: Astroloji bir bilimdir ben burcumun özelliklerini taşıyorum.

astroloji ile ilgili görsel sonucu
Doğrusu: Bunu söyleyen kişiler hayatlarında muhtemelen hiç bilimle alakalı okuma, araştırma yapmayan kişilerdir. Muhtemelen böyle bir dertleri olamaz çünkü bilim eleştirel düşünce gerektirir ve bu zor bir meseledir. Astroloji bir bilim falan değildir çoğunluğu insanları kandırıp paralarını alan tiplerin bir uğraşıdır özellikle de günümüzde. Astroloji 5000 yıllık bir mesele ve bilim artık böyle şeylerle uğraşmıyor.

MİT: Nazar bilimsel olarak ispatlandı.

Doğrusu: Bu cümle neresinden tutarsanız tutun elinizde kalan bir cümle. Bilimin uğraş alanı olgulardır ve nazar olgu değildir, bilimde ispat olmaz, ispat matematikçilerin işidir. Eğer nazarı matematiksel olarak formüle edebildiyseniz o zaman ispatlarsınız. Bir şeye bilimsel derken iki kez düşünün.

MİT: Newton’un kafasına elma düşünce yer çekimi kanununu buldu.

Doğrusu: Yasa ortaya koymak o kadar da kolay değildir. Newton 1665 yılında kara vebadan kaçıp 2 yılını geçirdiği çiftlik evinde önceden üretmiş olduğu fikirlerin üzerine detaylıca düşünmüştür. Bu 2 yıl Newton’un en verimli yıllarıydı aynı zamanda. Sözün kısası Newton yerçekimi üzerine zaten çalışıyordu ağaçtan kafasına elma da düşmemiştir.
MİT: Edison büyük bir bilim insanıdır.

Doğrusu: Edison bilim insanı değildir iyi bir pazarlamacıdır. O dönemin dahi ismi Tesla’dır ve Edison Tesla’nın fikirlerinden yararlanmış hatta onu dolandırmıştır.

MİT: Yapılan araştırmalara göre diye başlayan sosyal medya ‘’araştırmaları’’.

Doğrusu: Bu tür bilgilerin çoğu yalandır dikkat ederseniz kaynak göstermezler kaynak olsa da başka bir şey çıkar altından. Yıllardır her gördüğümde güldüğüm ama bir yandan da ülkedeki bilim anlayışına üzüldüğüm sözde bir araştırmadan bahsetmek istiyorum. Siz de mutlaka görmüşsünüzdür. Diyorlar ki yapılan araştırmalara göre birini sürekli düşünüp buna engel olamıyorsanız bu düşündüğünüz kişinin de sizi düşündüğü içindir. Artık bu uydurma kimin başının altından çıktıysa.

MİT: Beynimizin sadece %10’unu kullanıyoruz.

Doğrusu: %100 ünü kullansan görünmez olacaksın, karşındakinin düşüncelerini okuyacaksın evet. Beynimizin var olan kapasitesini kullanıyoruz ama bu kapasite arttırılabilir kaldı ki beynimizin kapasitesini bugün tam olarak bilmemekteyiz. Bu insan merkezli orta çağ düşüncesinin bir uzantısıdır evren bizim için yaratıldı, en akıllı varlığız vs vs.

MİT: Maddi teşvik olmazsa bilim ilerlemez.

Doğrusu: Bilimde maddi teşvik önemlidir ama bilimin ilerlemesinin asıl kaynağı merak unsurudur. Yani içsel bir durumdur. Katıldığım bir Tübitak toplantısında gündem bilimsel projelere katılımın düşük olmasıydı. Katılanlardan ek ders ücreti alacak mıyız gibi sorular geldi. Newton rölativite üzerine çalışırken ne kadar ek ders ücreti talep etti acaba merak ettim. Ek ders ücreti için bilimsel projeye katılan kişilerden bilim adına hiçbir şey çıkmaz.

MİT: Einstein, Newton’un kuramını tamamen çürüttü.

Doğrusu: Einstein, Newton’un kuramını tamamen çürütmedi, Newton’un kuramı günümüzde ışık hızının altındaki hızlarda ve nükleer fizik dışında halen etkili olarak kullanılmaktadır.

MİT: Rüyalarımız ilahi mesaj içerir.

Doğrusu: Google arama motoruna rüya tabirleri ya da rüya yorumları yazarsanız karşınıza çok komik şeylerin geleceğini garanti edebilirim. Rüyalar limbik sistem ve oksipital lob’un bir iş birliği içerisinde olduğu zihin tiyatrolarıdır. İlahi mesaj falan da içermez.

MİT: Korelasyon nedenselliktir.

Doğrusu: Bunu bir örnekle açıklamak istiyorum. Genelde sigara kansere yol açıyor gibi cümlelerle karşılaşırız. Sigara ve kansere yakalanma arasında korelasyon yani ilişki vardır doğru ama nedensellik değildir bu. Nedensellik olsaydı sigara kullanmayanların kansere yakalanmaması gerekirdi.

MİT: Herkes psikolojik danışma yapabilir.

rot balans fıtık ile ilgili görsel sonucu
Doğrusu: Bu cümle muhtemelen 21.yy,’ın yalanı olan kişisel gelişim ve onunla ilgilenen çoğu dolandırıcı ve işin ehli olmayan kişilere aittir. Psikolojik danışma bir ruh sağlığı hizmetidir ve ancak alanında yetkin ruh sağlığı profesyonelleri tarafından verilir. Adı üstünde ruh sağlığı hizmeti rot balans ayarı yapmıyoruz.

Bu yazımda sizlere bilimin mitlerini anlatmaya çalıştım. Umarım bir gün bu mitler yerini bilimsel gerçekliklere bırakır bu eğitimle zor ama neyse okumaya, araştırmaya devam…


‘’Bilim evreni, dünyayı ve içindekileri araştırma ve anlamlandırma çabasıdır.’’ Uğur Yiğit Karataş

1 Ocak 2018 Pazartesi

SESSİZ ÇIĞLIK: İNTİHARIN PSİKOLOJİK İNCELEMESİ


Günümüz toplumlarında artan çeşitli toplumsal ve kişisel problemler bireylerin kişisel baş etme mekanizmalarını zayıflatmakta bu da karşımıza artan intihar oranları şeklinde çıkmaktadır.

İntihar üzerine literatürde birkaç tanım yapılmış olmakla birlikte bunlardan bazıları şöyledir:
*İntihar ciddi benlik zedelenmesi ve ölüme yol açabilecek düşünce ve hareketler olarak tanımlanabilir. (Maclean, 1990)
ölüm ile ilgili görsel sonucu*İntihar, ölmek amacıyla planlı ve kasıtlı bir girişimde bulunmak olarak tanımlanmaktadır. Jobes, Berman ve Josselsen (1987) intiharda iki temel öge olduğunu belirtmektedir. Birincisi intiharın kişinin kendisine zarar verecek şekilde gerçekleşmesi, ikincisi ise kişinin intihar davranışının ardından ölme isteği olmasıdır.

Tanımlarda da görüleceği üzere intiharda temel dinamik ölmek maksadıyla bireyin kendisine zarar vermesidir. Birey girişim sonucunda hayatını kaybetmemişse bu intihar girişimi olarak adlandırılır.

İntiharın yedi farklı tipi bulunmaktadır:
1-      Psikoz veya Kişiliğin Bütünleşmemesi: Kişi, kendini öldürmesiyle ilgili işitsel halüsinasyonlar duyar.
2-      Kendine Yönelik Cinayet: Bu intihar tipinde bir başka kişiye karşı çok yoğun öfke vardır ve dışa vurulamaz birey de bu dışa vuramadığı öfkeyi kendisine yönlendirir.
3-      Gerçek ya da Hayali Terk Edilme İçin İntikam: Reddetmekle veya terk etmekle etrafını korkutan genç, intiharı bir güç göstergesi olarak kullanır.
4-      Şantaj ya da Kendi Çıkarına Kullanma: Kişi intiharı korkutma aracı olarak kullanır.
5-      Sevilen ya da Kaybedilen Nesnelere Yeniden Kavuşma: Bu intihar tipinde birey sevdiği bir yakınına tekrar kavuşma arzusu ile intihar eder.
6-      Affedilmez Günahların Telafisi: Suçluluk veya kötü duygularından kurtulmanın tek yolu olarak intihar görülür.
7-      Yardım İçin Ağlamak: Problemin altında yatan neden ne olursa olsun kişi bir problemi olduğunun farkındadır ve bu problemiyle başa çıkmak için intihar yolunu seçer.

İntihar konusunda toplum tarafından uydurulma ve dilden dile geçişle yaygınlaşmış bazı mitler bulunmaktadır şimdi onlardan bahsedeceğim:
-          Ergen intiharları azalmaktadır. (Ergen intiharları sürekli olarak artmaktadır.)
-İntihar eden kişi akıl hastasıdır. (Değildir.)
-Yalnızdır-ümitsizdir-çaresizdir. (Çare arar.)
-Ciddi düşünenler konuşmadan intihar ederler. (Aksine bununla ilgili konuşurlar.)
- Ani yapar, plan yapmazlar. (Biz psikolojik danışmanların kırmızı çizgisi.)
-Birden fazla denemezler. (İlk bir yıl önemli.)
-Deneyen ölmek istiyordur. (Acıdan kurtulmak ister.)
-Eşyalarını dağıtıp, etrafını düzenliyorsa iyiye işarettir. (Bir hoşçakal işareti olabilir.)
-İntihara meyilli olanlar yardım aramazlar. (İpuçlarını iyi okumak gerek.)
-Kafasına koymuşsa önlenemez. (İpuçları iyi okunursa önlenebilir.)
- Kalıtsaldır. (Kalıtsal ve çevresel)
- İntihar hakkında konuşmak kötüdür. (Konuşmamak kötüdür.)
- Toplumda kriz varken intihar artar. (Savaş yıllarında intihar azalır.)

Bu mitler aynı zamanda çok tehlikelidir. İntihara meyilli kişilere zamanında verilecek yardım ve destek hayat kurtarıcı olabilir.

‘’Fikirlerinin çürütülme riskini göze alamayanlar bilim oyununda saf tutamaz.’’ (Steven Gimbel)